Günlerden cuma ve aylardan ekim

featured
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Bu haftaki köşe yazımı yazmak üzere klavyenin başına geçmeden önce, her sabah olduğu gibi, 15-20’ ye yakın köşe yazısı okumaya çabalıyorum. Bazen bu sayının altında, bazen de üstünde kalıyor; haleti ruhiyetime göre.

Bugün, haleti ruhiyem, sabah sabah gelen haberlerle altüst olunca, 7-8 köşe yazısını zor bitirdim.

Tam da sonbaharın kendini iyiden iyiye his ettirdiği Ekim ayında,  penceremden sararmış yaprakların hışırtısı vuruyor kulaklarıma.

Yine hava kasvetli.

Karmaşık bir duygu içinde klavyenin başına geçiyorum.

Nereden başlasam, diye düşünürken… Sosyal medya üzerinden bana gelen görsel mesajlardan, günlerden “Cuma” olduğunu da anlıyorum.

Bilindiği üzere, her cuma günü, mütedeyyinler açısından ibadet günüdür.

Ama benim açımdan anlamı başkadır.

Her cuma gününde, annemle yaşadığım bir anekdot gelir düşer usuma; gülümserim.

O an, sulieti düşer karşıma, önce özlemle hüzünlenirim hazan mevsimi gibi, sonra hüzünle karışık  bir gülümseme belirir yanaklarımda…

Daha önce bu köşemde anlatmış mıydım, anımsamıyorum?

Anlattıysam da, iki kere anlatmaktan bir şey çıkmaz, diyerek anlatmaya başlayayım…

Kamu emekçilerinin fiili olarak örgütlendiği ve benim de sendika başkanlığı yaptığım dönemlerdi. Fiili olarak sık sık yerel ve merkezi Ankara mitingleri, yürüyüşleri yapıyorduk. Keza,  merkezi ve yerel toplantılar, üye çalışmaları da cabasıydı. Bu nedenle evin yüzünü ve evdekileri görmek seyrekleşmişti benim açımdan. Yarı seküler, yarı mütedeyyin yaşayan ve bugün hayatta olmayan annem,   haftada bir iki bize gelirdi… Her evime gelişinde beni göremeyince, sorar ve hep aynı yanıtı alırmış: “Adliyedeki ve cezaevindeki arkadaşlarıyla (üyelerle) yine Ankara’ ya eyleme gitmiş”, diye. Bir gün Ankara’ ya gitmediğim bir hafta sonu denk geldim anama. Evden birilerinden sürekli aldığı istihbari bilgilerle iyice sinirli bir şekilde beni asa’ sıyla bekliyordu. Ben eline öpmek için eğilerek “hoş geldin ana” dememe kalmadan, hiddetlenerek, öpmeye çalıştığım elini geri çekerek, asasıyla bana doğru tatlı sert dokunduraarak: “Neredesin ulan! Evde durmuyorsun. Her gelişimde evde yoksun! Kaflayı, cemaati (kafla:kafile)nedir iki bir toplayıp Ankara’ ya götürüyorsun! Niye, bir gün kaflayı, cemaati toplayıp cuma namazına götürmüyorsun? Hı!..”

Her ne kadar, anneme yaptığım işinde bir ibadet olduğunu… Emek mücadelesi verdiğimizi, bununla birlikte tam demokratik, yaşanabilir, çağdaş, herkesin mutlu olduğu bir ülke hayali peşinde olduğumuzu… Ayrıca, bu coğrafya için barışın olmazsa olmaz olduğunu, bunun için emek mücadelesiyle birlikte adalet,  demokrasi ve barış mücadelesi de verdiğimizi anlatmaya çalıştıysam da, o an çok sinirli olduğu için anlatamamıştım.

Evet, günlerden bu gün cuma…

Annemle yaşadığım bu tatlı diyaloğumuzun üzerinden tam 22 yıl geçmiş.

Bugün için baktığımızda, o gün bulunduğumuz şartların çok çok gerisine düşmüşüz.

Artık demokratik muhalefetin sürekli baskılandığı, gözaltına alındığı, tutuklandığı, toplumun büyük bir kesimin tamamen zapturapt altına alınmaya çalışıldığı yeni bir konseptle karşı karıyayız.

Artık durum, Anayasa Mahkemesinin yapısının değiştirilmesine kadar vardı.

Kendi istibdat ve  istikballerinin uğruna bir bakıma yol temizliği yapıyorlar. Yol temizliği yaparlarken de, önlerindeki bütün engelleri kaldırmanın yol yöntemi olarak bildiğimiz yöntemin biraz daha değişik bir 2020 yapımı versiyonunu pratikte deniyorlar.  Yol temizliğine başlamak için önlerindeki  en büyük ve tek engelin HDP, kadın yapıları ve diğer demokratik kurum ve partilerden başlamak gerektiğini onlarda biliyor.

Ve bugün günlerden cuma…

Gecen cuma gözaltına alınan HDP’ lilerden 17’ si bugün tutuklandı!

Artık yaşadığımız coğrafyada her güne gözlerimizi: ya siyasi gözaltı operasyonları, ya seçilmişlerin yerine kayyım ataması, ya çevre ve kadın katliamı, ya çocuk tacizleri, ya emek sömürüsü, ya da işkence haberleri ile açıyoruz.

Barış dili yerine, savaş naraları…

Dibe vuran eğitim, sağlık ve ekonomik tablo, sosyal yaşantımızda kendini iyiden iyiye his ettirmeye başladı. Liramız, artık, Afrika ülkelerinin parasının değerinin altında…

Yaşadığımız bütün olayların totaline bakarsak, Oya Baydar’ ın 27 Eylül günü T24’ de köşesinde belirttiği gibi: Uyan ey muhalefet! Günden değil, rejim değişiyor; çok doğru.

Bilemiyorum..

Bizim için, bu yaşadığımız karanlık günlerden kurtulacak mıyız?

Mutluluğun ve barışın, insanca yaşamın karaborsa olduğu ülkemde, arkadaşım Hasan Harman’ ın sorduğu gibi: Bir kadını seversen ahlaksızlık, içki içersin haram, okuyup düşünür sorgular, muhalefet eder isen ‘terörist’ olarak sana bakıldığı bir ülkede, sizce başka nasıl yaşanmalı?”

Artık sevmenin, okumanın, bilime inanmanın, demokrasiyi isteminin, barışı arzulamanın; araştırmanın, düşünmenin, sanatla ilgilenmenin, sorgulamanın, yanlış bulduğunu eleştirmenin, demokratik muhalefet yapmanın, doğa ve kadın cinayetlerine karşı gelmenin; emeği ve hukuku savunmanın “terör” eylemi gibi topluma enjekte edildiği bir ülkede…

Sizce nasıl yaşanmalı?

Ve, bugün Cuma…

Klavyenin başına oturup kendimce “ibadet” yapmanın çabası içindeyim.

Ve, rüzgar ıslık çalıyor ve  sararmış sonbahar yaprakları hışıltıyla, hüznü ile tek tek toprağa düşüyor.

Benimde elimden ancak bu geliyor.


escort bayanlar

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir