2. Sahne
Oyunun ikinci sahnesi, izleyicileri çok tedirgin ediyor.
1886’ya gelindiğinde örgütlü işçi sayısı yedi yüz bini (700.000) buluyor. Amerika, Şikago da en büyük işçi grevini yaşıyor. İşçiler; “8 saat iş, 8 saat dinlenme, 8 saat canım ne isterse…” sloğanını sadece patronlara değil, bütün dünyaya duyuruyorlar.
Emek-Dayanışma ve Mücadele zirve yapıyor.
Patronlar sırtlarını silahlı güçlere dayamışlar. Grevi dağıtmanın, önderleri cezalandırmanın planlarını yamaktalar… Kapalı kapılar arkasında katil kılıklı, satılık insanlarla gizli gizli görüşmektedirler…
Bu gelişmeler sürerken, bazı patronlar da çoktan lokavt ilan ediyorlar. Bunlardan biri de Mc. Cormıck Harvester Şirketidir. Bu şirket lokavt ilan ettiği halde, önceden satın aldığı grev kırıcılarını fabrikaya sokarak üretim yapmaya başlar. Fabrikanın, 8 saatlik hak için grevde bulunan asıl işçileri, patronun grev kırıcı tutumunu kınamak için protesto eylemleri düzenlerler. Düzenlenen eylemlerin gücünü gören polis patronun yanında yer alır ve 3 Mayıs 1886 günü işçilere ateş ederek 6 işçiyi öldürüyor. Ne oluyorsa bundan sonra olur.
Bu gelişmeler izleyicileri çok tedirgin ediyor, Fakat yine de sessizce izliyorlar. Oyunun sonunu merak ediyorlar. Oyun devam ediyor.
Bir gün sonra, 4 Mayıs 1886 günü; İşçiler 6 arkadaşlarının öldürülmesini kınamak ve patron+ polis işbirliğinin saldırılarını protesto etmek için 350.000’leri bulan işçi mitinge katılıyor. Her taraf emekçilerle doluyor. İşçi önderleri katliamlar üzerine, örgütlülük üzerine konuşmalar yapıyorlar. Arkadaşlarının katledilmesini kınıyorlar. Son konuşmacı konuşmasını tam bitiriyor, kürsüden iniyor, miting sorunsuz bitiyor. Artık işçiler bir gün sonra buluşmak sözüyle dağılacaklar, evlerine gidecekler… Tam da bu sırada polislerin de bulunduğu kalabalığa bomba atılıyor. Bir polis ölüyor…
Bombalama olayı, H. Budak’ın 1 Mayısın Doğuşu kitabındaki repliklerle şöyle anlatılıyor: “… 4 Mayıs günü polisin vahşetine karşı düzenlenmiş protesto gösterisine; vahşi, alçak ve ahmakça kundaklanma tertiplendi: Bir işveren köpeği tarafından atıldığı belli olan bombalama, miting sonucu bir polisin ölümü ile sonuçlanınca, mitingin ev sahibi ve konuşmacısı konumundaki işçi önderleri (Albert Parsons, August Spies) alandan başka bir toplantıya gittikleri halde suçlandılar. Bu bombalama üzerine Şikago’yu savaş alanına çevirdi polisler. Pinkertonlar (silahlandırılmış özel güçler” çılgınlar gibi savuruyorlardı kurşunları. Bir işçi tulumu görmeleri yeterliydi. Vurulan, yaralananların, sokakta sürüklenerek tutukevlerine çekilenlerin haddi-hesabı yoktu. Polisler hınçlarını alamayınca gece yarısı işçi semtlerine ç…l sürüleri gibi daldılar, coplarını silahlarını ateşlediler sabahlara dek. Yıldırım operasyonlarla işçilere mücadeleyi tövbe ettirmek istediler. Tutuklanan işçi önderlerinin “suçluluklarını” 1,5 yıl bıkmadan, usanmadan en yalancı, en kural tanımaz, en kahpece sürdürdüler. En sonunda 4 işçi önderini idam, bir işçi önderini de idamdan bir hafta önce bombalamayınca rahat edemedi Amerikan para babaları.” İşçileri ve işçi önderlerini katletmekle kalmadılar, doğruyu söyleyen herkese acımasızca saldırdılar.
Örneğin, Şikago şehrinin de bağlı olduğu LLİNOİS Eyalet Valisi Pete Altgeld, “işçilere yönelik yapılan bombalama ve diğer olayların provakasyon olduğunu söylüyor ve tutuklu işçileri serbest bırakıyor. Amerikan para babaları bu kez eyalet valisine karşı acımasız, kural tanımaz iftiralar başlatıyorlar. Tekrar Vali seçilmesini engelliyorlar, halk gücünden tecride mahkum ederek, psikolojik yalnızlık içine öldürüyorlar.” Diğer aydınlara, demokratlara, devrimcilere nasıl saldırdıklarını varın siz düşünün!..
Ve Amerika’nın polisi, özel silahlandırılmış örgütleri, mahkemeleri, idam sehpaları, cezaevleri, işkence haneleri, para babaları, Kısacası Amerika Devletinin topyekün saldırısı sonucu Emeğin Şövalyeleri örgütü, 1886 yılı ve sonrasında eski gücünü tekrar toparlayamıyor ve örgüt çöküyor. Süreç içinde Amerikan işçi sınıfı da aristokrat-ekonomik hastalığa tutuluyor. Bu durum sınıf mücadelesinin yönünü aşağıya çeviriyor. Tüm bunlara rağmen, 8 saat çalışma hakkı, 1 Mayıs ve bedel ödeyenler tarihe geçiyor, evrenselleşiyor.
Bu sahnenin sonunda bir grup Türkiyeli, 12 Mart ve 12 Eylül öncesi sınıf eksenli devrimci mücadelenin ne denli yüksek olduğunu ve 12 Eylül açık faşizminden sonra yönünü nasıl aşağıya çevirdiğini, bazı örgütlülüklerin bittiğine, bazı örgütlülüklerin dağılışına ne çok benzediğini tartışıyordu.
Değerli okurlar gelişmelerin 3. Sahnesini gelecek hafta gazetemizden takip edebilirsiniz.