8 SAAT

featured
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

 

Gelin bu köşe yazısında bir tiyatro oyununu hep birlikte izleyelim. Oyun hayal ürünü değil, gerçek yaşamdan alınma. Salon o kadar geniş ki, bütün dünya insanlarını içine alabilecek büyüklükte. Sahne de dünya işçileri… Patronlar gözükmüyor, belli ki kapalı kapılar arkasındalar…

Yer: Amerika. Yıl: 1865’dir. Amerika da Kuzey-Güney savaşı olarak bilinen bir iç savaş bitmek üzeredir. İşte bu iç savaşta Amerikan burjuvası demokratik devrimlerini başarıyla sonuçlandırırlar, fakat her şey yerli yerine oturmamıştır.

Demokratik devrim mücadelesinin halk üzerinde ki etkisi daha silinmemiş… Tam bu sırada mücadele bayrağını işçi sınıfı eline geçiyor. Ayrıca, savaşın toplum üzerinde ki dinamizmini de gözle görülür biçimde ele geçirmek üzeredirler. Buraya gelinceye kadar işçiler 15-16 saat çalışmakta, kendilerine ve sevdiklerine hiç zaman ayıramamaktadır. Yorgun, bitkin, hastadır… Patronlar da vicdan yoktur, her gün onlarca işçi ölmektedir.

Salondakiler, sahnede olup bitenleri merakla izlemektedir.

Bu gidişata dayanamayan işçiler; “8 saat iş, 8 saat dinlenme, 8 saat canım ne isterse…” talebiyle, hak arama mücadelesine başlarlar ve “Emeğin Şövalyeleri” adı altında örgütlenirler. Bu kesinlikle silahlı bir örgütlenme değildir. İşçinin en büyük silahı GREVDİR, konuşmalardır.

İşçilerin hak aramak için örgütlenmelerinin karşısında patronlar boş durmazlar. Kapalı kapılar arkasında çok sinsi işler tezgâhlıyorlar. “Pinkerton” adında özel vurucu timler oluşturuyorlar. İşçileri caydırabilmek için büyük katliamlar yaptırtıyorlar.

Patronların bu katliamları işçilerde ters etki yapar ve Başta “Şikago” olmak üzere Amerika’nın birçok yerinde GREVLER –YÜRÜYÜŞLER-MİTİNKLER başlatırlar. Emeğin Şövalyeleri, işçilerle birlikte 8 saat(ten) fazla çalışmayacağız diye karar alırlar. Grev dalga dalga yükselir. Bazı iş yerleri, işçileri yatıştırmak için 8 saat uygulamasını kabul ederken, patronların büyük çoğunluğu kabul etmez. Tam tersine ‘Pinkerton’ları ve devlete bağlı polis güçlerini korkunç derecede arttırırlar. Bu durum, grevlerin örgütlenmesinde önderlik edenlerin imhasına yönelik girişimleri beraberinde getirir. Amerikalı patronların asıl korkusu; daha önce, 1789 Fransız devriminde oluşan Paris Komününün bir benzerinin Amerika da oluşmasından korkmaları… Bu korku Amerikan patronlarını acımasız davranmaya yönlendiriyor…

İşçiler inançlı, grevlerde ki işçi sayısı her geçen gün çoğalıyor. 1886’ya gelindiğinde örgütlü işçi sayısı yedi yüz bini (700.000) buluyor. Amerika, Şikago da en büyük işçi grevini yaşıyor. İşçiler; “8 saat iş, 8 saat dinlenme, 8 saat canım ne isterse…” sloganını sadece patronlara değil, bütün dünyaya duyuruyorlar.

Emek-Dayanışma ve Mücadele zirve yapıyor.

Patronlar sırtlarını silahlı güçlere dayamışlar. Grevi dağıtmanın, önderleri cezalandırmanın planlarını yamaktalar… Kapalı kapılar arkasında katil kılıklı, satılık insanlarla gizli gizli görüşmektedirler…

Bu gelişmeler izleyicileri tedirgin ediyor, Fakat yine de sessizce izliyorlar. Oyunun sonunu merak ediyorlar.

Sayın okurlarımız, gazetemizde ki doluluk nedeniyle oyunumuza bir hafta ara veriyoruz. Önümüzdeki hafta bir KİLİKYA GAZETESİ alarak oyunumuzun devamını yine bu köşeden takip edebilirsiniz.

Kaynakça: 1-İşçi Sınıfı Tarih,i Kuczynski Jürgen. E yayınları. 2- Fırtınadan Sonra, Howart Fast. Oda yayınları. 3- 1 Mayısın Doğuşu, H. Budak.

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir