AMAN DİKKAT!  ZEKİ MÜREN BİZİ DEĞİL…

featured
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Bugün itibarıyla, ülke olarak dördüncü haftayı bitirmek üzereyiz…

           Büyük bir çoğunluğumuz 60 yaş ve üstündeyiz.

Halkımızın tabiriyle “bir ayağı yerde, bir ayağı çukurda” olanlar sınıfındayız. Yaşamın bizim kuşağa kattığı öz disiplin  ve bilime ve bilim insanlarına duyduğumuz inanıştan kayaklı, işin ciddiyetinin farkındayız ve bu nedenle dört haftaya yakındır evlerimizde yarı açık Cezaevi misali sosyal izolasyonun en katı halini ve en keyifli(!) günlerini yaşıyoruz.

           Gelen duyumlara göre,  havuz medyasının kadrolu bilim insanlarının(!) kehanetlerini dışında, bu konudaki gerçek bilim insanlarının öngörülerine bakılırsa durum hiç de iç açıcı değildir.

           Bir rivayete göre haziran başı, bir rivayete göre eylül’ ün sonuna, bir rivayete göre de mevcut durumun önümüzdeki yıllara kadar devam edeceği yönünde.

           “Coronalı günlerde Aşk” romanı ileride yazılır mı bilmem ama “Coronalı günlerde obezitezm” romanının mutlaka yazılacağı, hatta üstüne Hollywood markalı filmler de çekileceğini şimdiden söyleyebilirim.

Eğer rivayet doğru çıkarsa, dört hafta önce kapılarından rahatlıkla girip çıktığımız evlerimize,  ben 10 hafta,  siz 15 hafta sonra deyin, aynı rahatlıkla,  aynı kapılardan  girip çıkabilecek miyiz? Hiç sanmıyorum.

Ben, obeziteyi geçtim.

Asıl beni endişelendiren, Bu durumun ben de ya da bizler de Klostrofobi denilen psikolojik bir vakaya sebebiyet verir mi? Onu da zaman gösterecek.

Bu yaşadığımız zorlu ve zorunlu sosyal izolasyonlu günlerin, ruh halimizin olumsuz yansımalarını düşündükçe tedirgin olmaya başladım. Ama,  önceden bozulan bir şeyin tekrar bozulmayacağı yönünde bilimsel bir gerçeklikte var. Bu nedenle, pür neşe oluyorum.

Geçenlerde meseenger üzerinden görüntülü bir dostum beni aradı.

Hem kendi, hem ailesinin, hem de kolu komşuların ruh hallerinin gittikçe bozulmaya başladığını aktardı bana. Ben de kendisine, devletimizin her türlü tedbiri aldığını, “seyyar sosyolog, pedagok, psikologların” her eve tek tek sosyal destekli ziyaretlerde bulunacağını söyledim! İnandı mı, inanmadı mı, bilmiyorum. Ben de devletimin yalancısıyım, dedim.

Konuşma arasında “büyük dedelerinden” kalma bir sırrını benimle paylaştı, aramızda kalma şartıyla: “hazırlıklı olduğumu zannediyordum, benim dedemin büyük babasından kalma, miras yoluyla kuşaktan kuşağa intikal eden bir  ‘huni’ si vardı. Huni’ yi arayıp durdum. Sonradan öğrendim ki,  ‘Gerek kalmadı’ diye bizim hanım eskiciye, kelepire satmış! Sinirlendim tabi ki… Neyse ki ‘Huni çağındayız’ artık, dedim kendi  kendime. Ertesi gün siparişini verdim bile abi, babadan aile dostumuz, tenekeci Baki ustaya… Hem de iyisinden.. Ancak abi, tenekeci/lehimci Baki ustanın yaş sebebiyle sokağa çıkmanın riskli olduğu bu günlerde, beni hafta da üç sefer provaya çağırmasına anlam veremedim, mübarek adam ‘takım elbise’ siparişi mi verdik, hem ben bu sokağa çıkmanın riskli olduğu günlerde ‘huni provasına’ nasıl giderim? diye serzenişte bulundu. Bende: Sağlık için gerekirse “Huni  provasını” aksatma, git,  diye telkinde bulundum.

Neyse ki,  uzun uzun konuşup,  sakinleştirip, ikna ettim.

Telefonu kapattıktan sonra, bir bardak şarap doldurdum. Bilgisayardan, bir de Zeki Müren buldum.  Yavaş yavaş dinlemeye başladım, şarabı yavaş yavaş yudumlarken son günlerde kaybettiğimiz, ancak bu acı günlerde yanlarında olamadığımız arkadaşlarım, dostlarım, yoldaşlarım geldi gözlerimin önüne. Birden kasvetli bir hava doluştu odama. Yıllardır severek dinlediğim “Kahır Mektubu” adlı şarkıdaydı sıra…

Neyse kasvetli havayı dağıtayım.

Zeki Müren derken, yazımı bir Zeki Müren anekdotla tamamlayayım.

Emekli olmadan önce iş yerinde, idarecilik yaptığım bir zaman dilimi. Beş arkadaş birlikte çalışıyoruz. İdareci olduğum için benim bilgisayarımda “demokratik temayül” gereği hangi müzik çalıyorsa herkes onu dinliyor. Bir öğleden sonra vatandaşın elinin ayağının kesildiği bir zaman diliminde hepimiz yine harıl harıl çalışıyoruz. O anki ruh halim Zeki Müren dinlememi emretti. Ben de M3’ den Zeki Müren’ i buldum, Zeki Müren yine o muhteşem sesiyle şarkılarını arka arkaya icra etmeye başladı. Sesi de herkesin duyabileceği şekilde açmıştım. Herkes, hem sessizce çalışıyor, hem de  sessizce Zeki Müren dinliyoruz. Bir ara ben kendimi kaptırmışım, Zeki Müren’ le düet yapmaya başlamış, farkında değilim.  Hüseyin adlı mesai arkadaşım birden bana hitaben saygı çerçevesinde, nezaketle: “Müdürüm! Kalem(Mahkemenin her birimine kalem deniyor) olarak senden bir ricamız var.”, ben de ”Buyur Hüseyin’ im, söyle! Dedim”. Hüseyin arkadaşım biraz mahcup, biraz da sıkılgan bir ses tonuyla: “ Müdürüm, istersen sen bırak “ Zeki Müren tek söylesin!”

Umarım, Zeki Müren’ in bizi değil, bizim Zeki Müren’ i görmediğimiz günleriniz uzun olur.

Bunun yolu da, bu günlerde biraz sabır diyerek “EvdeKalAnadolu/Mezopotamya!”

Aksi taktirde,  Zeki Müren bizi değil, biz Zeki Müren’ i görürüz. Hem de tez zamanda.

 

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir