AŞK OLSUN / KISKANÇLIK VE TOTALİTERİZM

featured
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Şimdiye kadar aşk ilişkilerinde farkında olmamız gereken konulara değindik. Bu yazıda kimilerince ilişkinin
harcı, kimilerinceyse ilişkiye yönelik bir balyoz etkisi yapan kıskançlık ile ilişkilerde totaliter bir tutum içerisinde
olmanın etkilerini inceleyeceğiz. Kıskançlık öncelikle “Bir kişinin veya bir ilişkinin yitirilmesinden korkulan karmaşık bir ruhsal yaşantı ve olumsuz bir tutumdur. Bunun dışında başkasının sahip olduğuna, kendisinin de sahip olma dürtüsünü içeren bir duygudur.” Bu yazıda daha çok birinci anlamını ele alacağız. Temelde olumsuz bir tutum olarak değerlendirilen bu duygu durumu, doğuştan gelen bir duygu değil; yaşantılar sonucu sonradan edinilen bir duygudur. Kaybetme korkusu temelde ya kişinin özgüven eksikliğinden ya da karşısındakine olan güvensizliğinden kaynaklanır. Bu yönüyle kıskançlık hissedeni rahatsız eden bir duyguyken, aşırı boyutlara vardığında kendi varlığını da tehdit etmeye başlar. Dozunda olsa da davranış bozukluğu olarak tanımlanabilen kıskançlık, aşırı uçlara vardığında hastalık olarak tanımlanabilmekte ve depresyon gibi farklı olumsuzluklara da yol açabilmektedir.

Freud, kıskançlığı hüzün gibi normal denebilecek duygusal durum olarak ele alır. Kıskançlığı rekabetçi/normal,
yansıtmalı ve kuruntulu olarak üç katmanda inceleyen Freud’a göre normal kıskançlık, sevilen nesneyi kaybetme
düşüncesinin yarattığı acı, narsizmin yarattığı acı, rakibe karşı duyulan düşmanlık ve kayıptan dolayı kişinin kendi egosunu sorumlu tutup yaptığı özeleştirinin bir bileşkesidir. Bu duygunun kaynağını ise çocuğun en eski duygusal yaşantılarında arar. Dolayısıyla Freud’a göre bu duygu, ilk cinsel dönemin “oidipus kompleksi” ve “kardeş
kompleksi”nden kaynaklanacaktır. Ayrılma ve kaybetme korkusunun aşırı uçta yaşandığında beyindeki doğal ödül ve hazdan sorumlu dopamin miktarını azaltarak depresyona yol açtığı bilimsel olarak desteklenmiştir. Bu duyguyu
yaşayan insanın farkında olarak ya da olmayarak sahip olduğunu (!) elde tutmak adına sergilediği bir takım
davranışlar vardır ki bu tip tepkiler, genelde korkulanın ve inanılanın başa gelmesi anlamına da gelebilen kendini
gerçekleştiren kehanete yol açabilmektedir. Zaten temelde bazı sorunların yaşandığı ilişkilerde kıskançlık tepkileri elde tutulmak isteneni daha da uzaklaştırmaktadır. Çünkü yoğun kıskançlık duygusuna bağlı olarak sergilenen farklı tip ve şiddetteki tepkiler genel olarak antipatik bir görüntü sergiler. Uzaklaşmak gittikçe meşrulaşmaya ve haklı gerekçelerle desteklenmeye başlanır. Yapılan bir araştırmada evli çiftler tarafından en çok kullanılan elde tutma taktikleri şu şekilde ortaya konmuştur: “ Uyanık olmak, partnerini saklamak, karşıdakinin zamanını da tekeli altına
almak, karşısındakinde kıskançlık uyandırmak, en ufak sadakatsizlik tehdidini cezalandırmak, duygusal manipülasyon uygulamak (ağlamak, öfke, iğrenme), çekip gitmekle tehdit, rakiplerini eleştirmek, kaynakları sergilemek, cinsel olarak uyarmak, güzelleşmek, sevgi ve özen göstermek, karşıdakinin isteklerine boyun eğmek, sahip olmaya dair sözlü işaretler söylemek (şekerim, aşkım, canım, birtanem…) sahip olmaya dair fiziksel işaretler ortaya koymak (elini
tutmak, sarılmak…), aidiyete dair dış işaretlere ilişkin tekliflerde bulunmak (sana aldığım kravatı tak…), karşıdakini
kötülemek, rakipleri sözlü tehdit etmek, rakiplere şiddet uygulamak. Bunların bir kısmı yapıcı kıskançlık ifadeleri iken,
bir kısmı ise yıkıcıdır. Bazı kaynaklar bu davranışları yeşil kıskançlık (yapıcı) ve kara kıskançlık (yıkıcı) olarak kategorize
etmektedir.

Anlaşılan o ki aşk ilişkilerinin ömrünü törpüleyen en önemli etkenlerden birisi de sahip olma dürtüsü, karşıdakini istediğimiz koşullara uydurma ve kendimize benzetme baskısıdır. Gündüz Vassaf’a göre “ Aşka öyle bir üniforma giydirmiş, onu öyle totaliter bir biçimde tanımlamışız ki aşık olma süreci anlık bir şey olup çıkmıştır.” Totaliterizm; hak ve özgürlüklerin baskılandığı, gücün tek elde toplandığı bir anlayıştır. Vassaf’a göre aşkı totaliter bir şekilde yaşamasaydık insanda kıskançlık da barınmazdı. Kıskançlık, aşkı tüketir. Kişi kendini sürekli o baskının dışında
tutmak adına farklı arayışlara yönelebilir. Öyle ki baskı arttıkça o aşk nefrete bile dönüşebilir. Nefret şiddeti
doğurabilir. Çünkü insanın en temel problemi anlaşılmaktır ama kıskançlık buna engel olur. Duygu ve düşünceleri
paylaşmak gittikçe sorun haline gelir. Muhabbet yerini tartışmalara, sataşmalara, baskıya, kaçmaya ve kaçınmaya bırakır. Kıskançlık ve totaliter anlayış sevginin arasına yükselen bir duvar gibidir. Bu totaliterizmin başka bir göstergesi de Vassaf’a göre bir aşk deneyimini başka bir aşk deneyimiyle kıyaslamak, aynı etkiyi her etkileşimden beklemektir. Oysaki hiçbir ilişki birbirinin aynısı olamaz. Değerlendirme yaparken sorunları konuşuruz, sadece sonuçlara odaklanıp bütünlüğü algılamaktan uzak dururuz. Yolunda giden bir aşkı konuşmayız oysa. Özetlersek, “ İnsanın sevdiğine sahip
olma tutkusu aşkın kendisinden ağır basmaya başladığı an, bu aşk değildir artık. Aşk yaşamdan güçlü olamaz,
özgürlükten yoksun olarak da varlığını sürdüremez.”

Aşkla kalın…

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir