“Demokrasinin esas prensibi, halkın egemenliğidir. Ama milletin kendini yönetecekleri iyi seçebilmesi için, yetişkin ve iyi eğitim görmüş olması şarttır. Eğer bu sağlanamazsa demokrasi, otokrasiye geçebilir. Halk övülmeyi sever. Onun için, güzel sözlü demagoglar, kötü de olsalar, başa geçebilirler. Oy toplamasını bilen herkesin, devleti idare edebileceği zannedilir. Demokrasi, bir eğitim işidir. Eğitimsiz kitlelerle demokrasiye geçilirse oligarşi olur. Devam edilirse demagoglar türer. Demagoglardan da diktatörler çıkar.” … (Platon)
M.Ö. 427-347 yılları arasında yaşayan, Antik Yunan döneminin felsefecisi, Aristoteles’ in hocası Platon, yazımızın konusunu daha o çağlarda çok güzel özetlemiş aslında.
İnsanoğlu, ta o tarihlerden günümüze, özgürlüklerle dolu en güzel yaşamı oluşturmak adına sürekli bir çaba ve arayış içerisindedir. Bu çaba ve arayış halen de devam etmektedir.
Ve bu çaba ve arayışa rağmen, halen de bugün yaşadığımız dünyanın yedi kıtasında var olan devletler, gerek yönetim ve gerekse yaşam kalitesi bakımından farklılıklar gösterir. Toplumsal mutluluk ile toplumsal huzursuzluk/mutsuzluk üzerine kurulu iki ayrı fotoğrafla karşı karşıya dünyamız.
İşte bu gerçeklerden yola çıkarak, geçmişte ve halen bugün yaşadıklarımızdan, sürekli kendi kendinize düşünür, nasıl bir ülkede ya da nasıl bir coğrafyada yaşadığımızı sorgular dururuz.
Bu birazda; hayata bakışınız, oluşturduğunuz felsefeniz ve de özgürlüklere olan tutkunluğunuzla birebir ilintilidir.
Nasıl yaşamak isterseniz, öyle şekillenir yaşantınız.
Avrupa ve Asya kıtası arasında Ortadoğu üçgeninde yer alan ülkemiz, yaşam ve yönetim anlayışı bakımından, Ortadoğu’nun bütün karakteristik özelliklerini genlerinde taşıdığından, biraz da yaşam ve yönetim arzusu, Ortadoğu’nun diğer ülke halklarından ayrı ve farklı değildir.
Feodalizm ve Kapitalizm ile Doğu ve Batı arasında sıkışmış kalan ülkemiz ile ilgili bu konuda fikir jimnastiği yapmaya başlayalım isterseniz…
“Demokrasi” deyince, bu sihirli sözcükten ne anlarız mesela?
“Demokrasi” denince; yaşamsal ve düşünsel özgürlükler mi gelir akla; yoksa kot pantolonu alırken, marka seçme hakkı mı?
Ya da demokrasiler de; halk mı devleti yönetir, devlet mi halkı?
Ya da, Demokratik ülkeler denince: Suudi Arabistan, İran, Afganistan, Pakistan vb. gibi, toplumsal yaşamı köleleştiren ve zorlaştıran, katı kuralların hakim olduğu ülkeler mi gelir akla; yoksa İsveç, Danimarka, Hollanda, Norveç, İsviçre vb. gibi özgürlükleri ve pozitif hukuku içselleştirmiş ülkeler mi?
Ben, kuşak olarak kendimi en şanslı kuşak olarak sayarım. Bu yüzden yaşadıklarımıza dogmatik ve yüzeysel değil, derinlemesine bilimsel analiz eder, yaşam felsefemi ve mücadele perspektifimi bu şekilde belirlerim.
Bu yüzden “Adalet, barış, özgürlükler ve demokrasi” gibi kavramlar, insanca yaşamı geliştirecek, güzelleştirecek ve toplumsal mutluluğu ve huzuru hayatımızla içselleştirecek değerdedir.
İşte, 78’li olmanın bizlere yüklediği insani birçok değer sayesinde insanı, hayvanı sevmeyi/korumayı; emeğe, doğaya saygılı olmayı; birlikte ve özgür yaşamayı; aşkı, sevgiyi hayat felsefemizin birer parçası haline getirdik.
Türkiye ile birlikte Ortadoğu coğrafyasının makus kaderini değiştirecek 68 kuşağı üzerinden filizlenen 78 kuşağı olan bizler; cumhuriyeti demokratikleştirecek, emeğe, çevreye, kadına ve hukuka, adalete saygılı, gerçekten laik, özgür bir ülke ve Ortadoğu yaratma adına Ortadoğu ve Türkiye halkları için birer şanstık.
Ancak; ne bizler, ne de Türkiye ve Ortadoğu halkları bu şansı iyi kullanamadık, kıymetini bilemedik!
Böyle sürerse, buçuk olan demokrasimizle birlikte buçuk kalan aklımızı da yitireceğiz.
Benim bütün kaygım, sizlere demokrasi dersi vermek falan değildir, haddimde hiç değildir.
Benim bütün meselem ve kaygım, gelecek kuşaklarımıza kötü bir miras bırakma kaygısıdır.