Ne keser dönüyor, ne de sap; Ne, o gün geliyor, ne de hesap dönüyor.
İlkokuldayken, öğretmenimiz sınıfta sırayla her öğrenciye bir şarkı ya da bir türkü söyletirdi.
Kaçma şansınız yoktu, sesinizin kötü veya iyi olmasına bakılmazdı; herkes mecburen söyleyecekti.
Sıra bana gelince, babam da zabıt kâtibi olunca, önce “Üsküdar’ a Gider İken Aldı da Bir Yağmur/Katibimin Setresi Uzun, Eteği Çamur” şarkısı ile “Çarşambayı Sel Aldı, Bir Yar Sevdim El Aldı” türküsünü sürekli söyler dururdum. Ha, bir de; “Sevda Yüklü Kervanlar”
Sınıfımızda farklı diller ve dinler olmasına rağmen, şarkı da olsa, türkü de olsa, Türkçe’ den başka bir dil kullanamazdınız!
Tabi, bende ki ses kötü olunca, öğretmenimizin tüm uyarısına rağmen arkadaşlarımın sınıftaki gülme senfonisi başlıyordu. Yine de şarkıyı, türküyü sonuna kadar inadına söylüyordum.
Son tahlilde…
Bugün ülkenin fotoğrafına baktığımda, kahkaha senfonisi arasında, benim söylediğim şarkı ve türkülerden farkı yok.
Tam bir rapsodi!
İşte böyle siyasi kaotik bir ortamda herkes bir yol tutturmuş, geçinip gidiyor bir şekilde.
Kimi bir makam, kimi bir mevzii kapıyor pastadan; kimi yüklü bir ganimet kapıyor kurtlar sofrasından.
Hakkıyla, emeğiyle, liyakatla gelene elbette bir sözüm yok.
Yerel yönetimler olsun, genel yönetimler olsun, her taraf vıcık vıcık, liyakat, hakkaniyet, adalet hak getire…
Bu yönde sosyal medya bu tür paylaşımlardan geçilmiyor, buram buram kariyerizm kokuyor!
Nitel büyüme yerine nicel büyüme!
***
Ne keser dönüyor, ne de sap;
Ne, o gün geliyor, ne de hesap dönüyor.
Geçtiğimiz son bir haftanın panoramasına baktığımızda, ülkenin genel durumu her alanda dibe doğru pik yapmaya devam ediyor.
Milliyetçi ve dini söylemlerle üzerinden, toplumsal hayatımızı ilgilendiren her şey flulaştırılıyor, yaşama alanımız daraltılıyor, nefes alamaz duruma getirilmeye çalışılıyoruz.
Buna rağmen üç maymunları oynayan toplumsal bir gerçeklikle de karşı karşıyayız.
İşte bu nedenle, keser de sap da duvarda asılı duruyor.
Muhalif olarak bizler, yıllarca hiç dilimizden düşürmedik, gür sesle atardık: “gün gelecek, devran dönecek; felan parti-filen parti halka hesap verecek” sloganını.
Bilakis, resmi ideolojinin siyasi temsilcileri, sistemin efendileri hesap vermedikleri gibi, yarım kalmış hesabı da, mislisiyle ödetiyorlar bizlere; baskılayarak, gözaltına alarak, tartaklayarak, coplayarak, biber gazı kullanarak, tutuklayarak, sansürleyerek, izole ederek, yalnızlaştırarak, terörize ederek!..
Seç seçebilirsen.
Van’ dan ve bölgeden son gelen haberler hiç iç açıcı değil.
İki yurttaşın helikopterden aşağıya atıldıkları iddiası…
Umarım 1990 yıllarda yaşanan açılar bir daha yaşanmaz.
Cezaevlerinde yaşanan hak ve ihlaller, hasta mahpusların salıverilmemesi…
Sanat kurumlarına ve sanatçılarına yönelik baskılar…
Gazetecileri, sendikacıları, akademisyenleri, muhalif siyasetçilerde bundan azade değiller.
Emek ve çevre ile meslek örgütleri de hedefte!
Tabipler Odası(TTB), Barolar, Mimarlar-Mühendisler Odası gibi kurumlar zapturapt altına alınmaya çalışılıyor.
Uzun zamandır toplum üzerinde iyiden iyiye gittikçe artan yeni bir konseptle karşı karşıyayız.
Dış politikadan bahsetmeme gerek yok sanırım.
Ve en son olarak, Kocaeli Darıca da, 18 yaşındaki Furkan Celep isimli yurttaşın “Bir araba, bir ev veya herhangi bir şey uğruna yıllarımı harcamak istemiyorum. İş hayatı bana çok yorucu geliyor. Hem içten hem dıştan yıpranıyorum” notunu bırakarak hayatına son vermesi!..
Ülkenin nereye geldiğini somut olarak gözler önüne seriyor.
Seriyor sermesine ama…
Dedim ya; Üç maymunları oynamaya devam ediyoruz.
Dostoyevski’ nin der ki: “Özgürlük ekmekten tatlı, güneşten güzeldir”
Ama, özgür olacağımız günler hayal gibi galiba.
Ha bir de, babamın sabahleyin saat 06 da radyodan, son sesle, bizlere zorla dinlettiği; “Acem tutam men seni/ şekere katem men seni/akşama buban gelende/ögne katem men seni” adlı türkü de repertuarım da vardı, nedense hiç sınıfta söyleyemedim.