Yargıç mesleğinden sonra, benim için kutsiyet, önem taşıyan öğretmenlikti. Bu mesleği seçebilseydim eğer, kafamdaki branş; Sanat Tarihi öğretmenliğiydi. Akabinde de akademik doktoramı da Arkeoloji üzerine yapmaktı,
En azından böyle bir düşüm vardı.
Ama olmadı…
Sağlık olsun.
Zaten, hayat, bizim istediğimiz gibi de gitmedi hiçbir zaman.
Yaşamak istediğimiz hayatı biz değil, nasıl yaşamamız, nasıl davranmamız gerektiğini hep ülkeyi yönetenler, egemen muktedirler çizmediler mi bugüne kadar?
Hayalleri, idealleri çalınan mutsuz kuşaklar ülkesi sıralamasında yerimizi her zaman korumadık mı bu yüzden.
İnsana yatırım yapmak gibi bir cabaları da olmadı hiçbir zaman, ülkeyi bugüne kadar yöneten muktedirlerin.
Sadece insanı mı?..
Sırasıyla doğayı, doğal alan içinde bulunan kültürel miraslarımıza dair ne varsa, hepsini tarumar etmediler mi?
İnsanoğlunun tarihten gelen kültürel bilincini dumura uğratmak için son yüz yıldır kültürel miraslarımızı da yağmalamaya, saldırmaya başlamadılar mı?
Kimini kâr uğruna, kimini kültürel jenosit uğruna yaptılar.
Diyarbakır Sur’ a, Batman Hasan Keyf’e, Dersin Munzur gözelerine saldırı bu yüzdendir esasen.
Hep itiraz etmişimdir tarihin çarpıtılmasına, doğal yaşam alanlarının yağmalanmasına.
Doğaya ve onunun parçası olan, estetik üstünlük gösteren bütün tarihi binaları, yapıların sevgisi vardır içimde.
Hem, bunun için diplomalı Çevre Mühendisi olmanıza gerek yoktur…
Hatta, hak-hukuk-adalet aramak için diplomalı hukukçu, sanat tarihine ilgili duymanız için diplomalı öğretmen olmanıza.
Bu coğrafya da barışa olan sevdam kadardır bendeki tarihi mekânlara ve doğal yaşam alanlarına olan sevdam.
Akdeniz’ i. Kilikya bölgesinden başlayarak sahil bandını boydan boya gezdiğim anlarda bile, yüzüm denize dönük değildir, Toros Dağlarının üzerinde bulunan ormanlık alanlara saklı tarihi yapılara takılır dalar gider gözlerim.
Müze ören yerleri de seyahatimin önceliğidir.
Ayırt etmem… kilise mi, camii mi, diye
Ayırt etmem… havra mı, katedral mi diye,
Her defasında İstanbul’ a yolum düştüğünde, mutlaka ama mutlaka Sultanahmet Cami, Ayasofya Müzesi, Topkapı Sarayı ve benzerlerini aynı duygu ve düşünceyle gezerim.
Mesela, Sultanahmet’ e girerken “Ah, burası kilise olsa, ibadete açılsa” diye düşünmedim.
Mesela, Ayasoyfa’ yı gezerken “ keşke burası camiye dönüştürülse, ibadete açılsa, ne güzel olurdu” diye de asla düşünmedim.
Her ikisinin mimarisine, içindeki ikonları hayranlıkla bakıp inceledim.
Sırf müze olması sebebiyle Türkiye Devleti bütçesine müthiş yabancı para bırakan bir tarihi mekanın camiye dönüştürülmesi söylemlerinin, kısa siyasi vadede getirisi olabilir, ama orta ve uzun vadede uluslararası sorun olmaya başlayacağı bilinen bir gerçektir.
Bana kalırsa, Sultanahmet camii cami, Ayasofya müzesi de müze olarak kalmalıdır
Devlet aklı bunu gerektirmez mi?
Ama konu; kâr, kültürel tarihi miras ve iç tribünler oldu mu, siyasetin gündemi buna göre şekilleniyor ve ekonomik buhran zamanlarında bizler için oyalayıcı birer Elmalı Şeker oluveriyor.
“Elmalı Şeker Şam Fıstık/ Elmalı Şeker, Canım Şeker Çeker…”