AYNEN?

featured
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

 

Faşizm ne bir devlet biçimidir ne de bir siyasal rejim biçimidir. Faşizm bir toplumsal biçimleniş, yaşam tarzı, insanlar arası ilişki biçimidir. Faşizmi her tanımlama girişiminde mutlak kullanılma ihtiyacı doğuran şiddet, aslında burjuva yaşam biçiminin ve onun sivil toplumunun zaten kalbinde yer alır, bütün bir dokuya kanı pompalayan ana piston görevi görür. O nedenle daha önce de sıkça belirttiğim gibi, barış ve sükûnet kapitalizmin istisna hali, savaş ve şiddet doğasında var olan bir gerçekliktir. Yine bizleri gündelik yaşamın içinde debelenip dururken o hayat gailesi içerisinde hatalı düşünmeye sevk eden bir başka tersyüz olmuş görüntü, devlet denilen o koca heyulanın toplumu şekillendirdiği yanılsamasıdır. Oysa gerçek tam tersidir: Devlet insanlar ve toplumsal ilişkiler olmaksızın var olamaz. Ona şeklini, davranış tarzını veren içine gömülü olduğu toplumsal ilişkilerdir. Devleti faşist olarak tanımladığımızda aslında kaçınılmaz olarak toplumu da faşist olarak tanımlamalıyız.

Faşizmin yarattığı, onun hem sonucu hem de nedeni olan şiddetin de bin bir türlü hali, görünümü vardır. En kolay görünür olanı fiziksel şiddet, siyasal şiddettir. Kadına şiddet, çocuk şiddeti, iş cinayetleri, işyerlerinde uygulanan mobing ve benzerleri faşizmin görünür şiddet halleridir ve devletin siyasal-hukuki, askeri-polis şiddetinden daha derinlere, bizatihi kapitalist burjuva ilişkilerinin genetiğine kodlanmıştır. Bir de çok görünür olmayan, fakat gündelik yaşama derinlemesine nüfuz etmiş şiddet biçimleri vardır. Örneğin faşist toplumlara karakterini veren en büyük ve tehlikeli şiddet biçimlerinden biri konuşma ve siyasal dildeki şiddet ise bir diğeri iletişimsizliktir, karnından konuşmadır.  Dildeki şiddet toplumsal şiddetin yansımasıdır. Gerçekten de Aristoteles’ten bu yana toplumsal (konuşan) hayvan olarak tanımlanan insan, faşist toplumda nerdeyse bir toplumsal ilişki kurma biçimi olarak dili, konuşmayı en aza indirir. Otoriter toplumların bireyleri, birbirleriyle en kenetlenmiş, en dayanışmacı, en bütünleşik göründükleri zamanlarda aslında en az konuştukları, diyalogdan çok monolog içerisinde oldukları, karşılıklı konuşmak yerine karnından konuşmayı, tartışmak yerine dilsel şiddet (kavga) uygulamayı, ya da hiç konuşmamayı tercih ederler. Dolayısıyla faşizm bir iletişimsizlik hali, insani ilişkilerin en aza indiği bir toplumsal biçimleniştir aynı zamanda.

Bu kadar edebi-siyasi lafazanlıktan sonra meramımı daha iyi anlatmak için bir örnek vereyim. Hani şu son zamanlarda hemen herkesin diline pelesenk olmuş “AYNEN” sözcüğü var ya, işte bizim faşizan hallerimiz o kadar iyi anlatıyor ki… Kadınla/adamla bir şey konuşuyorsun, ilk aldığın yanıt ‘aynen’; konuşma/diyalog birden bire kesintiye uğruyor. Bilmem sizde oluyor mu, ben konuşmam esnasında karşımdakinden ‘aynen’ sözcüğünü duyduğumda dumura uğruyorum, arkasından ne söyleyeceğimi bilemez hale geliyorum, bir asabiyet hali zuhur ediyor bende. O kadar biçimsiz, anlamsız, sözlüklerde hiçbir karşılığı olmayan ama hem her şeyi anlatan hem hiçbir şeyi anlatmayan bir sözcük ki bu ‘aynen’, bizim saçma toplumsal ilişkilerimizi bundan daha iyi başka bir şey anlatamaz herhalde. Bir düşünce veya yargı belirttiğinde karşındaki sana ‘aynen abi’ yanıtı verdiğinden belki de dilde/sözcüklerde yoğunlaşmış faşizmin en kompakt halini yaşıyoruz. Aynen sözcüğü, bir yargı belirtmeme halinin, bir düşünce veya tezi savunmama durumunun, ‘ne anlatıyon abi?’ demenin ya da ‘kısa kes lan’ veya ‘seninle daha fazla konuşmak istemiyorum’, ‘amma uzattın ha!’,  ‘yürü git lan/git işine’ demenin, iletişim kurmak istemeyen, konuşmak-tartışmak istemeyen faşist/otoriter kişilik halinin dile gelmiş biçimi olsa gerek.

Düşüncenin itibarsızlaştırılması halinden, insanın amaçsızlığından gayrı ne anlam ifade eder ki ‘aynen’. Bir düşünce dile getirdiğinizde karşınızdaki size ‘aynen’ diye tek sözcükle yanıt veriyorsa, bundan ne anlam çıkarmak gerekir?   Sizi onaylıyor mu bilinmez,   karşı bir düşünce mi yoksa destekleyici bir yargı mı bildiriyor? Aynı zamanda bir duygusuzluk halinin de yansımasıdır bu kifayetsiz sözcük. Kadın erkeğe sorar: ‘Beni seviyor musun?’ ve erkek yanıt verir: ‘AYNEN’.

Sizi bilmem ama bu, düşüncelerin, duyguların itibarsızlaştırılmasından öte bir anlam taşımayan anlamsız sözcük, bende o görünüşte yekpare, milli birlik-beraberlik içindeki görünümüne rağmen derinde yatan toplumsal düzensizliğin, kırılgan insani ilişkilerin ve korkunun yarattığı patolojik otoriter kişiliğin ete kemiğe bürünmüş halinden gayrı bir anlam ifade etmiyor. Anlamsız bir dil ve sözcükler kümesi zırhının arkasına gizlenmiş, ürkütücü, paranormal bir konuşma biçimi en ürperti verici korku filminden daha beter ruh halleri yaratıyor.  Zayıf görünmek istemeyen birini güçlü görünen ve gücünden korkulan birine çeviren, dış sesler ve düşüncelere – unutmayalım ki sakallı amcanın dediği gibi dil, düşüncenin maddi biçiminden öte bir şey değildir- karşı kendini kapatma, hatta ve hatta kendi iç sesine karşı kayıtsız bir vicdansızlık kültürünün tek bir sözcüğe –aynen- sığdırılmış halinden öte nedir ki?  Brecht  ‘Transatlantik Uçuş’ adlı oyununda kahramanını şöyle konuşturur: “Beni karanlık bir hangara götürün ki kimse zayıflığımı görmesin”. Bir başka yerde de şunu söyletir: “İşler senin için iyi gitmiyorsa bunu gizlemeye gayret et”. Hiçbir şeyin hem bireysel hem toplumsal olarak iyi gitmediği bir toplumda bizlerin bu pespayeliği gizleme çabamızın maddi/dile gelmiş hali, bizim hangarımız bu aralar ‘AYNEN’ sözcüğü gibi görünüyor.

 

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir