“BAŞARILIYIM” O HALDE VARIM! / KADİR SOĞUKSU YAZDI

featured
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

 

1994 senesi, lise ikinci sınıf öğrencisiyim. Lise ikinci sınıfın birinci dönemi ile birlikte alan seçmem gerekiyor. Ama yönlendirecek herhangi bir öğretmen yok, eğitimden anlayan pek bir akraba da. Bu konuda tek referansım en yakın arkadaşım ve bir üst sınıfta bulunan şuan çok iyi bir fizik öğretmeni olan Hüseyin. Sayısal bölümü seçiyorum. O zamana kadar içe kapanık, oldukça kilolu –gözlerimin tam açıklığını yanaklarımın şişkinliği engellemekte- özgüveni düşük ve belki de bunların ödünlemesi olarak da oldukça başarılı bir öğrenciyim. Rahmetli babam aşırı koruyucu, mükemmeliyetçi ve otoriter tutumları kendisinde sentezlemeyi başarmış bir adamdı. Yoksulluk içerisinde hatta çocukluk çağını atlayarak büyümüş, 6 yaşında iken dedemi kaybettiğinden evin büyüğü olarak 4 kardeşine küçük yaşlarda ağır işlerde çalışarak bakmak zorunda kalmış bir gurbet kuşuydu babam. Babamın ilkokuldayken çalınan kalemi için ağlayıp kaleme kendi soyadını verdiği anısı aklımdan gitmez. Öğretmenine “kalemim çalındı” demek yerine  “öğretmenim kalem soğuksu” diyecek yokluğu yaşadı babam.

Böylesi bir babanın bu koşullarda ve de evin ilk erkek çocuğu olmak gibi bir şansa sahip olarak, bu etiketin ağır yükü altında ablamla birlikte ezildiğimiz çok olmuştur. Ablamı sonraları mutlaka yazacağım ama benim bu oyun içerisinde hayatta kalmak, sağlıklı olmak ve başarılı olmak gibi temel görevlerim vardı. Riskli olduğu için (biraz yaramazdım daha önceleri, iki kere oynarken kolumu kırdım) oyun yasaktı, sağlıklıydım –kilolu olmam tek ölçüttür o zamanlar-  ve okul başarım iyiydi. O zamana kadar da zayıfım yok, hep takdir getirmişim. Ama bu sefer olmadı, lise 2. sınıfta matematik ve fizik gibi iki duvara! çarpmıştım ki, sınav sonuçları okunduğunda fizikten 20, matematikten yanılmıyorsam 35 puan alınca teneffüse çıkmayıp en arka sırada başımı ellerimin arasına almış hüngür hüngür ağlamıştım. Gerçi o ara beni teselli etmeye gelen esmer ve ön sıralarda oturan ama köylü utangaçlığımdan olacak o güne kadar fark etmediğim Derya’nın önce sesi sonra yüzünün beynimde başlattığı elektrokimyasal tepki o an tüm sınavları ve başarısızlıkları unutturmaya yetmişti ama her şey eve dönünceye kadardı. Neyse kiyıl sonu kredili sistemin ilk ve son neferleri olarak harf usulü ve el ile yazılmış karnelerimizde başarısız demek olan ve iki adet bulunan E harfini, iyi demek olan B harfine çevirerek kamufle ettik. Sonrasında ise deneme yanılma yoluyla aslında sosyal alanda daha başarılı olacağımıza kanaat getirip sosyal alandan devam ettik. Nitekim bu alan değişikliğinin arka planında başarılı olma güdüsü vardır. Yani sevdiğim, yetenekli olduğum, merak ettiğim, ilgi duyduğum değil, başarılı olacağım alan olduğu için oradaydım. Sayısaldan da başaramama kaygısından dolayı ayrılmış oluyordum. Sosyal çevremin bu seçimlerim üzerindeki etkisinin derecesini anladığımda bir alt-üst oluş yaşamıştım.

Şimdilerde arkadaşlarımın ve sosyal çevremin çocuklarını sürekli bir yarış atı gibi sınavdan sınava sokmaya, geleceğini onun olmadığı bir masada belirlemeye ve çocukluk yıllarının gerekliklerinden iyice uzakta bir yaşam, en iyisi olma ve mükemmellik beklentisiyle sürekli performanslarını üst düzeyde tutmaya çalıştıklarını gösteren paylaşımlarla karşılaşmaktan dolayı yaşadığım üzüntünün eseri olacak, yukarıdaki çağrışım oluştu. Çocuğumuz ne olursa ve ne yaparsa iyi hissedeceğiz? Aslında ne yaparsa yapsın hem kendimizi hem de onu sürekli kaygıya mahkum etmişizdir. Sorsanız ortam ve koşullar, belirsizlik ve güven duygusunun az olması bunun nedeni olmuştur.

Çok sonraları anlıyoruz ki insanlarda güç ve yetkinliğe ulaşma mücadelesinin hayatlarımıza damga vurmasının tek nedeni sadece mevcut koşullar ve sistem değildir. Aynı zamanda hayatımızın akışını belirleyen temel faktör,  küçük yaşlardan itibaren özellikle ebeveyn tavırları (yetersiz ilgi -ihmal, şımartılma) ya da başka bir nedenle (organ kusurları) hissettiğimiz yetersizlik ve çaresizlik duygusu ve bunu aşmaya yönelik ortaya koyduğumuz üstünlük çabasıdır. Adler bu duyguların normal ve evrensel olduğunu kabul etmektedir. Ancak yukarıda belirtilen nedenlerle aşağılık duygusu egemen olduğunda, sosyal çevre de ayna benlik işlevi olarak bizi yetersiz olduğumuza inandırdığında,  aşağılık kompleksi egemen patolojik bir duyguya bürünür ve hayatımız bu duygudan kurtulmak için ortaya koyduğumuz üstünlük kompleksine yönelik girişimlerden ve davranışlardan ibaret olur. Normal insanlarda sağlıklı bir üstünlük çabası bulunurken bu çaba diğerlerinde komplekse dönüşür. Fiziksel, entelektüel ve sosyal eğilimlerin abartıldığı bu duygu durumu sıklıkla, kendini beğenmişlik, kibir, benmerkezcilik ve alaycı olma gibi davranışlarla kendini gösterecektir.

Anne, baba ve öğretmenlerin sürekli kusurlu ya da yetersiz bulduğu çocuk bir süre sonra bu kehanete inanır (ayna benlik) ve bunu doğrulamak adına işe yarayacak, onun bu yargısını destekleyecek yaşantılara odaklanacaktır. Kehanet kendini gerçekleştirir. Evet 98’den daha iyisi var, 100 almadığı sürece bir eksiklik var, ondan sürekli belli bir alanda daha iyileri var, hatta 100 alsa bile bunu kaç kişiyle paylaştığı önemli.

Ne yapmalı: Albert Ellis’in de belirttiği gibi başarıya karşı olan akılcı olmayan düşüncenin bizdeki varlığını fark etmekle başlayalım. “Mutlaka çok yetkin, yeterli ve başarılı olmamız gerekir.” Ya da daha ılımlı gibi görünen ama Ellis’in aptalca olarak nitelediği bir uyarlaması şudur: “En azından bir önemli alanda yetkin ya da yetenekli olmanız gerekir.” Kendinize yönelik böyle bir beklenti oluşturmak bir yana bu kötü düşüncelerin çocuklarınızın geleceği üzerinde dolaşacak kara bulutlar olmasına neden olmayın. Belli düşünce süzgeçlerinde ufak değişiklikler yapmak hayatı çocuklarınız açısından daha renkli kılabilir. Aklına güvendiğim birkaç bilgenin de yardımıyla bazı önerilerimi şöyle özetlemek isterim:

Kişiliğin toptancı değerlendirilmesini bir tarafa bırakın. Kimse çoğu açıdan mükemmel olamaz, belli bir alandaki başarı içsel değerimizi artırmadığı gibi, başarısızlık içsel değeri azaltmaz. Benliğinizi, bir etkinliği ya da bir işi nasıl ve ne kadar iyi yaptığımızla tanımladığımız zaman bir insan olarak ancak o etkinlik kadar değeriniz olduğu yanılsaması olur. Bu algıyı oluşturmayın. Başarıya fazla önem vermek insanların kendilerini fiziksel dayanıklılık ötesinde zorlamalarına neden olur. Bunu sürekli sağlamak mümkün değil, ölüme bile sebebiyet verebileceğini aklınızdan çıkarmayın. Herkesten başarılı olma ya da sürünün başı olma gereksinimi kendimiz olmamızı engeller. Çılgınca başarı için odaklanmak var olanı koruma kaygısını artırır. Bazen de başarısız olmamak için girişimde bulunmamayı seçmemize neden olur. Bunun yerine eğlenmeye ve zevk almaya odaklanmak önemlidir. Mükemmel olmak yerine olmaya çalışmak yeterlidir. Buna benzer söylenecek çok söz var ama sözün özünü Halil Cibran’ın Ermiş adlı eserinde belirttiği şu sözleriyle ortaya koyalım:

“…Sizin diye bildiğiniz evlatlar gerçekte sizlerin değildirler… Onlara sevginizi verebilirsiniz ama düşüncelerinizi asla. Çünkü onların kendi düşünceleri vardır… Kendinizi onlara benzetmeye çalışabilirsiniz ama onları kendinize benzetmeye kalkışmayın hiç. Çünkü hayat ne geriye gider ne de geçmişle ilgilenir…”

 

 

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir