Bizim köyde köpekler vardı. Yolda doğru dürüst yürüyüp giden yolculara saldırırlardı. O’nu ısırmaya çalışırlar, durmadan ürerler, durmadan hırlarlardı. Sahipleri de daha fazla havlasınlar, daha fazla hırlasınlar diye daha çok yal verirlerdi. Görenler de bu köpeklerin ne kadar yavuz, ne kadar işe yarar köpekler olduklarını düşünürlerdi.
Nedense, bu köpeklere rağmen hırsızlar geceleri gelirler, köylülerin ineklerini çalıp götürürlerdi. Durum böyle olunca, acaba, yolda yürüyen, o suçsuz insanlara üren köpekler, geceleri hırsızlarla işbirliği mi yapıyorlar demekten kendimi alamaz, Fatma ananın sıkça söylediği “ite et versen kuyruk sallar” sözünü hatırlardım.
Bir de hep merak ederdim, geceleri hırsızlara ürmeyen, gündüzleri yolda ki dürüst insanlara havlayan bu köpekleri, o köylüler neden beslerlerdi? Neden yanlarında, yakınlarında bulundururlardı? Bu anlamda köylülerin de tutarsız, ikiyüzlü olduklarını düşünürdüm.
Beklenmedik zamanlarda, inekleri çalınan köylülerin evlerine jandarmalar gelirdi. Jandarmalar herkesin adını ezbere bilirdi. “Mehmet emmi, Osman dayı, Döne ana…’’ diye köylülerin adlarını söyleyerek söze başlarlardı.
“… inek hırsızlarını yakaladık, karakolda nezarette tutuluyorlar, gelsinler inek hırsızlarını teşhis etsinler diye komutanım sizleri çağırdı…” derlerdi. Adeta ineği çalınan köylüleri karakola davet ederlerdi.
Köylüler; bir taraftan “ineklerimiz çalınırken biz hırsızları görmedik ki teşhis edelim” diye mırıldanarak, günah işleyeceklerinden korkarak… Diğer taraftan, çalınan ineklerine kavuşacakları sevinciyle karakolun yolunu tutarlardı. Karakola vardıklarında, birazda yaltaklanarak:
“Komutanım bizi emretmişsiniz, geldik.” Diye komutanın gözlerinin içine bakarlardı.
Komutan kendinden emin, elleri arkasında birleşmiş, volta atar gibi yürüyerek; “arkadaşlar ineklerinizi çalan hırsızları yakaladık, kendileri itiraf ettiler. Sizler de teşhis edin de gereğini yapalım ” dedikten sonra, köylüleri hırsızların karşısına çıkarırdı. İşte bura da suçlu olan köylüler miydi? Yoksa hırsızlar mıydı?…
Köylüler, hırsızları görünce çarpılmış gibi olurlardı. Ne yapacaklarını bilemezlerdi. Şaşırırlardı, yüzleri kızarırdı. Neredeyse hırsızların yüzlerine bakamazlardı. Kafalarını çevirirlerdi. Suç işlemişler gibi bir görünüme girerlerdi. Oysa hırsızlar köylülerin yüzlerine dik dik bakarlardı. Köylüler içlerinden; “itin hatırı olmasa da sahibinin hatırı var” derler, susarlardı. Çünkü gördükleri hırsızlar, kiminin komşusunun oğludur, kiminin akrabasını oğludur ya da her gün kahvede okey oynadığı, batak oynadığı arkadaşının oğludur Aslında herkes hırsızı bilir. Herkesin konuşmasında bir sessizlik vardır.
Üç gün sonra, hiçbir şey olmamış gibi, köy kahvehanesinde hırsızlar ve köylüler birlikte okey ve batak oynarlar, çay içerler. İçilen çayların parasını köylüler hırsızlara ödetmezler, kendileri öderler.
Bir hafta sonra, hayvan pazarında, hırsızların kendi ineklerini sattıkları bazı köylüler tarafından görülür.
Köylüler safça, “iyi akıllanmışlar” diye düşünürler.
On gün sonra, hırsızlar karakola giderek; “kendi ineklerinin çalındığını, şikayetçi olduklarını” söylerler. Tutanak tuttururlar, ineklerinin çalındığını karakolda yazılı hale getirtirler. Bununla da yetinmezler; dağa-taşa, börtü-böceğe, gördükleri her kişiye ineklerinin çalındığını duyururlar. Bu, duyurmadan çok bir çeşit ilandır. Mağduriyetlerinin derinliğini her fırsatta söylemeyi ihmal etmiyorlardı. Cuma günü cami çıkışında etrafındakilere, ”inşallah ineklerimiz bulunacak, ineklerimizin yerini bilenler-görenler bize haber verirlerse, kurban olduğum Allah onları direk cennete gönderecek” derlerdi.
Böylece hırsızlar aklanmıştır(!)
Haksızlığa dayanamayan gençlerden biri savcıya giderek, sesinde ki isyan kokusuyla:
“Hak, hukuk, adalet sıfırlandı mı? Bu hırsızları neden yakalatmıyorsunuz.” diye sormuştu.
Savcı bu söze çok kızmıştı. Sinirlenmişti. Bağırıp-çağırarak:
“Bak aslanım, seni tanıyorum, senin ‘kominist’ olduğunu biliyorum, ‘insanlara’ hakaretten atarım seni içeri, it ötene kadar yatarsın, iyisi mi çek git buralardan” diye çıkışmış, bir tek tutuklamadığı kalmıştı. Kominist sözcüğünü söylerken ona başka bir anlam yüklediği, karşısındaki kişiyi aşağılamak ve ötelemek için söylediği yüz mimiklerinden belli oluyordu.
Gencin savcıya söylediğini ve savcının gence söylediklerini, köylüler nasıl duydularsa duymuşlardı. Böyle anlarda her zaman yaptıkları gibi yaptılar yine. Kimse ses çıkarmadı, yorum yapmadı. Bir heykel gibi durdular.
Bir süre sonra, kendilerinin de duyamayacakları bir sesle; “Hırsızlıklarını gizlemek için de hırsızlık yapıyorlar” diye sessizce soludular. Herkesin bildiğini kendilerinden sakladılar. Bir türlü o sihirli cümleyi söylemediler. Söyleyemediler.
Ah bir söyleyebilselerdi:
“İşte bunlar hırsız, hırsız bunlar” diyebilselerdi, bağırabilselerdi, onlar da seslerini dağa-taşa, börtü- böceğe duyurabilselerdi her şey çözülecekti. Diyemediler… Bağıramadılar…
Köyün köpeklerine, köylülerine ve karakoluna rağmen hırsızlar, köylülerin ineklerini çalmaya devam ederlerdi. Geçenlerde bizim köylülerle sohbet ederken aynı durumun devam ettiğini, ancak hırsız korkusundan köylülerin çoğunun ineklerini sattığını, bu yüzden de köyde az inek kaldığını söylediler.
Köyde ineğin azaldığına sevinir gibiydiler.
Bazı şeyler birbirine çok benzerler.
Bizim köyün aynasına baktığınızda orada Türkiye’yi görürsünüz.