Öncelikle yazıma başlarken açıkça belirtmek istiyorum.
Benim itirazım; yönetimin ismine değil, cumhuriyet kavramının demokratik değerlerle içerisinin doldurulamamasınadır.
İzninizle açıklayayım efendim…
Bütün isimler birer yafta görevi görüp, boş bir kavramdan öteye gidemez: içlerini neyle doldurursanız öyle şekillenir.
Bu yüzden, demokratik yaşamı, hak-hukuk, adalet anlayışını kendi toplumsal yaşamına içselleştir(e)memiş rejimlerin adları ne olursa olsun, benim için anlam ifade etmiyor.
Ancak, bu saydığım değerlerle yönetimlerini taçlandırmış bütün devlet yönetimleri, benim tahayyül ettiğim yönetim şekilleridir; adları ister Cumhuriyet, ister monarşi, teknokrat, imparatorluk, prenslik, ister başka bir şey…
Hani, herhangi bir yemek yediğimizde deriz ya; “bu yemeğin bir şeyi eksik, ama neyi eksik?.. Aile fertleri ile bu hususu yemeği bitirene kadar, hatta yemeği yedikten sonra da tartışmaya devam eder dururuz;” Bu yemeğin bir şeyi eksikti!”
Bende, Cumhuriyet rejimimizin bugüne kadarki tarihsel geçmişine, yaşadığımız olaylar silsilesine baktığımızda, bir şeylerin eksik olduğunu hep söyler durur, tartışırız günlerce…
Cumhuriyet ilk olarak ABD’de 4 Temmuz 1776’da, Fransa’da ise 1789’da ilan edilmiştir.
Demokratik düşünürle; cumhuriyetin en ideal şeklini; çok partili bir siyasî hayata, genel seçimlerle işbaşına gelmiş ve bu seçilen kişilerin çıkardığı kânunlarla idare edilen, tarafsız ve hiçbir zümreye imtiyaz tanımayan bir idareye sahip, hür ve demokratik bir devlet şeklinde telaaki ederler.
Kuşkusuz, o dönem, çok etnisiteli, Sâlyâneli ve Sâlyânesiz eyaletlerin oluşturduğu ve aynı zamanda şemsiye görevi gören 600 yıllık İmparatorluktan Cumhuriyete geçişte rol oynayanların temel düşüncesi neydi? Açıkça söylemek gerekirse, bugüne kadar yaşadığımız sosyal, siyasal olaylarla ilişkilendirdiğimde halen anlamış değilim.
Ancak, Kafama aşağıdaki iki soru takıldı durdu hep:
- Örfi ve beşeri hukuk sisteminin hakim olduğu, bir dönem mutlak, bir dönem de meşruti monarşiyle yönetilen koca İmparatorluktan, demokratik, çağdaş, laik, adil bir devlet modelinin Cumhuriyet rejimi ile birlikte inşası mıydı? Yani Cumhuriyet yönetimi bir araç mı olacaktı?..
- Yoksa, çok uluslu İmparatorluğun yerine tek uluslu, “ulus Devlet” rejim inşası için Cumhuriyet rejimi bir araç mı olacaktı?..
Aristo, cumhuriyeti; “Umumun menfaatini gözeten halk idaresi” diye tarif eder. Montesquieu ise, cumhuriyet rejiminde üç ana kuvvet (yasama, yürütme, yargı) bulunduğunu; bunların birbirine karşı bağımsız ve denetleme esasına göre işleyen, başında seçimle gelmiş yöneticilerin olduğu siyasî rejim olarak ifade etmiştir.
Biz de de 29 ekim 1923’ de ilan edilmiştir. Biz de, koca 600 yıllık İmparatorluğumuzun 1560 yılı ve izleyen yıllarda başlayan kriziler ve iç çelişkiler, Anadolu’ nun işgali ve diğer etkenler, tepki olarak Cumhuriyete geçişi kolaylaştırmıştır.
Bizdeki tanımı ise; Cumhuriyet: ulusun, egemenliğini kendi elinde tuttuğu ve bunu belirli süreler için seçtiği milletvekilleri aracılığıyla kullandığı devlet biçimidir, diye yazılı şekilde ifade edilir.
1789 yılında Fransa’da vukuu bulan ihtilâlle Avrupa’daki zalim krallık rejimlerine tepki olarak doğmuş bulunan cumhuriyet rejimi, zamanla cumhuriyete tamamen zıt rejimler tarafından, gerçek yüzleri örtmek için kullanılmıştır.
Cumhuriyetle birlikte yeni bir Türkiye devletini cumhur adına yönetenler bugüne kadar cumhuriyeti demokratikleştiremediler. Aksine bu gün sembolik olarak monarşi ve prenslikle yönetilen ülkelerde yönetimsel devlet anmayışlarını demokrasi, hak, hukuk ve adalet gibi sosyal yaşamı, sosyal barısı güçlendirecek yasalarla çok güçlü demokratik yönetsel devletler ortaya çıkardılar. Mesela Norveç, Monako, Hollanda, Belçika, İngiltere gibi…
Bunun yanı sıra İran, Afganistan, Pakistan gibi ülkelerinde yönetim şekilleri de cumhuriyettir!
Ancak, Cumhuriyetle birlikte, kadına seçme ve seçilme hakkı veren ilk ülke olmamıza rağmen, kadın özgürlüğünden kadın cinayetlerine kadar bir dizi sorunu halen çözemeyen tartışan Cumhur ülkesiyiz.
Cumhuriyet devrimleri ile ülkeyi mali ve iktisadi yönden kalkındıracak bütün kurumların yerlerinde bugün yeller esiyor.
Sosyal Devlet anlayışından çok uzağız. Toplumsal barışımız bozulmuş, adalet, hak hukuk anlayışı hak getire!
Emek yerlerde sürünüyor, sınıf darmadağın, mücadele eden sendikaların yerlerine ikame edilen sendikal mücadeleden uzak, dernekçilikten öteye gidemeyen devlet güdümlü sendikal oluşumlar…
Sanat kurumlarından toplumun gelişimine katkı sunan diğer kurumlara kadar, hepsi bugün tek tek lağvedilmekte…
Feodal toplum ile kapitalist sistem arasında gel-git yapan bir toplumsal…
Darbeler, ara darbeler, işçi ölümleri, doğanın katledilmesi, işsizlik, ücret politikaları, basınımızın durumu, laiklik, temel hak ve özgürlükler…
Totalde: geçen 95 senede daha sıralayamadığımız acılarla dolu bir çok olaylar silsilesi… onları yazmaya bile gerek görmüyorum.
95 yıllık cumhuriyetimiz ve cumhuriyeti yönetenler, kendi öz cumhurunu mutlu edecek koşulları bugüne kadar yarat(a)madı.
Madem cumhurilet rejimi ile yaşayacaksak, cumhuriyeti tez elden demokratikleştirecek başta Anayasa olmak üzere diğer bir takım yasaların değiştirilmesi elzemdir.
Dediğim gibi; içinde demokrasi, insan hakları, temel hak ve özgürlükler ile hak-hukuk-adalet gibi yaşamsal ögelerin olmadığı hiçbir yönetim şekli benim için anlamlı değildir.
Demokratik Cumhuriyet hepimiz temel arzusu olmalı.
Demokrasi, demokrasi, demokrasi; ama mutlaka demokrasi!
Hani, herhangi bir yemek yediğimizde deriz ya; “bu yemeğin bir şeyi eksik, ama neyi eksik?”
Eksik olan, bir türlü cumhuriyeti demokratikleştiremediğimizdendir!