Mersin Üniversitesi Avrupa Birliği Fonları ve TÜBİTAK desteği ile uluslararası bir bilim şenliğinin 3.sünü düzenledi. Gerçi AB Fonlarına pek dikkat çekilmedi, basın bültenlerinde “paydaş kurumlar” adı altında geçiştirildi ama şenliğe katılan ve destek veren bütün yerli ve milli diğer paydaş kamu kurumlarının ve üniversitelerin yöneticileri, ki hepsinin adı Şenlik için ayrı hazırlanan web sayfasında onur kuruluna tek tek yazılmıştı, değirmenin suyunun nereden geldiğinin bilincinde olsa gerekti. Meraklısı için linkini şuraya koyalım: http://www.merscin.org/onur-kurulu/. Neyse biz bu fon meselesine fazla takılmadan bu şenliğin içeriğini ve niteliğini tırnak içlerinde rektörün sözleri ile biraz daha yakından inceleyelim.
Şenlik alanını gezerken üniversite birinci sınıfta sosyoloji dersimizin hocası aynı zamanda milliyetçi muhafazakâr ideolojinin önemli temsilcilerinden Orhan Türkdoğan’ın İbn-i Haldun ve Marx arasında kurduğu benzerlikle aktardığı bir tarih anlayışı dolandı durdu zihnimde. İbn-i Haldun bir yerde bir medeniyet geliştiğinde göçebe diğer kavimlerin önce bu medeniyeti yağmaladığını ama bir süre sonra bu kavimlerin de yıktıkları medeniyete dönüşmekten kendini alamadığını yazmıştı. Türkdoğan’a göre Marx da tıpkı İbn-i Haldun gibi ilkel birikim teorisinde üretim araçlarında özel mülkiyetin ortaya çıkışını bir çeşit yağma sürecine bağlar, hani şu çitleme denilen mesele. Kapitalist formasyondaki sınıf savaşını el çabukluğu ile İbn-i Haldun’dan türeterek unutturan bu benzetme, dönemin lisans öğrencilerini şekillendirmede yeterliydi belki de. Aralarında en az 500 yıl fark bulunan düşünce biçimlerini bağlamlarından koparıp cümle cümle karşılaştırırsınız, işte size doğu batı sentezi, medeniyetler köprüsü, hangi amaca uyarsa artık. İşin özü şu: Yağma ya da çitleme bu şenliğin neresinde?
Bilim şenliğinde buluşturulan çeşitli ülkelerden gelen stantlardaki uzmanlarla ayaküstü kurulan yüzeysel ilişkilerden de bir doğu-batı sentezi çıkar mı dersiniz? Dile kolay rektörün sözleri ile “5 kıtada bulunan 16 ülkeden 34 araştırmacı….” Mersin Üniversitesi aracılığı ile karşımızda şimdi. Bu bir yağma sayılmaz gerçi, olsa olsa tanıtım. AVM’de gezer gibi bilim standına bir göz atarsınız, işinize yararsa alır kullanırsınız. İlişkinin bu boyutunda kimin kimi nasıl yağmaladığı biraz karışık zaten.
1990’lı yıllarda güçlenmeye başlayan Refah Partisi’nin Adil Düzen programında da Halduncu yağma, ganimet, yükselme, yozlaşma, yıkılma üzerine okunan tarih anlayışı ile milliyetçi muhafazakarlığa bir yol haritası çizilmekteydi ve şimdilerde AKP ve MHP kadrolarını oluşturanlar zamanında bu dersleri iyice ezberlemişti. Bu politik program tüm kamu kurumlarının yönetiminde somutlaşan AKP, MHP ve cemaatler koalisyonu ve bu koalisyonu diri tutan neo-liberal ideoloji ile iyice bütünleşti ve üniversitenin bilim şenliğinde yer tutan aktörler aracılığı ile görünüverdi. İşte bunlar da rektörün “….ulusal düzeyde 34 şehirde bulunan 48 kurumdan 96 araştırmacı; yerel düzeyde ise 3 üniversite 16 kurumdan 128 araştırmacı ve uzman…” cümlesi içine sıkışıverdi.
İbn-i Haldun’un düşüncesindeki yağma sanki biraz burada gizli. Üniversite içinde iptal edilen ve tekrarlanamayan kongre, sempozyum ve panellere ne oldu? Mersin Üniversitesi’nin kuruluşundan beri fakültelerinin ve her alandaki çalışanlarının emeği ile ilmek ilmek örülen iyi kötü oluşmuş birikimin üzerine konulan yeni bir şey oldu mu? Felsefe Günleri, Mersin Üniversitesi Günleri, Çocuk Üniversitesi deneyimi gibi birçok etkinlikte öğrencilere bambaşka ufuklar açan, kentin bütününe yayılmaya topluma gerçekten nüfuz etmeye çalışan bilim, düşünce ve sanat faaliyetlerinden geriye kalan, bilim şenliklerinde her yıl kendini tekrar eden birkaç stanttan ibaret mi? Öğrenciler de stantlarda görevlendirmek için midir? Ya sanayici, tüccar ve işadamları dışındaki toplumsal kesimlerle ilişkiler? Üretenler, emek ve demokrasi platformundaki demokratik kitle örgütleri de stant açamaz mıydı? MHP’li ve kayyumlu belediyeler gibi broşür ve eşantiyon dağıtmaya paraları olmasın varsın. Yapıp ettiklerini anlatırlardı. Madem ki sayılar, rakamlar, nicelik önemli.
30 bin ziyaret hedefini tutturmak çok önemli mesela. Asıl hedef kitlenin küçük çocuklar olduğu bilim şenliğinde fuar alanında su bile bulundurulmaması bundan olsa gerek. Sadece bakılıp çıkılması lazım. İsteyen yakındaki alışveriş merkezine gider ya da fuar kapısı önünde yere dizilmiş tabladan simit alabilir. Girişte broşür, tabela benzeri hiçbir yönlendirme hizmeti düşünülmemiş. Kılavuzsuz gelen öğrenci grupları amaçsızca atölyelere ilerliyor. Atölyelere katılım için oluşturulan web sayfası ve kayıt sistemi de göstermelik işlerden. Protokolün fotoğrafları çekilsin, harcamalar fon sağlayanlara göre muhasebeleştirilsin, tören işleri aksamasın bu yeterli.
Bilim şenliğinin en muhteşem ama Halduncu yağmanın en iyi göründüğü kısmına geldi sıra. Yine rektörün verdiği rakamla “milli eğitim müdürlüğüne bağlı bulunan 168 okuldan, 395 öğrenci ve 140 öğretmenden proje…” Eğitim emekçilerinin ortaokul ve liselerde bilimi, düşünceyi, sanatı canlı tutmaya çabaladığının en güzel göstergesi. Mersin’in en ücra köşelerindeki okullardan taşınıp eserlerini sundular üç gün boyunca. Bugün emekleri yağmalansa da gelecekte Halduncu anlamda dönüştürürler mi fethedenleri? Peki ya yağmacılardan arta kalanlarla medeniyet gelişebilecek mi? Sanırım bu konular için Marksist analize az biraz daha göz gezdirmek gerekli.