Biri beni uyarmazsa, bu yazının yazıldığı günün kurban bayramı arifesi olduğunun farkında bile olamayacaktım.
Meğerse, yarın kurban bayramıymış, haberimiz yok!
Nasıl olsun ki?..
Kendimi bildim bileli, bugüne kadar yaşadığımız ekonomik, politik, sosyal bir takım içsel ve dışsal gelişmeler içimizi daralttı.
Günbegün daha da karanlığa savruluyoruz. Yaşadığımız durum, içinden çıkılmaz bir hal alıyor.
Böylesi olumsuz bir siyasal, toplumsal atmosferi sürekli teneffüs ederseniz, yüreğinizdeki bayram sevinci kalmaz, bütün iyi duygularınızı beraberinde öldürür.
Bu yüzden, her yeni gelen bir bayram, bir önceki bayramı aratır oldu, gelen gideni aratır misali.
İçimizdeki karamsarlık büyümeye başlayınca, artık, bayramları, çocukluğumdaki bayramlar gibi, pür neşe içinde, heyecanla karşılayamıyorsunuz.
İçinde bulunduğumuz “cehennemi” ortamın da bayram kutlamak istemiyorsunuz ama toplumun değerlerine saygıdan dolayı, göstermelik bir bayram kutlanması, adettendir.
Belki, o zamanlarda da dünyanın birçok yerinde kötülükler birbiriyle yarışıyordu.
Belki de, içimizde, yanı başımızda savaşlar, çatışmalar oluyor, bombalar patlatılıyor, başta kadın, çocuklar olmak üzere insanlar ölüyor, doğa talan, çevre yok ediliyor; biz(ler) ise; çocuktuk, çocukluk halimizle görmüyorduk, göremiyorduk.
Çocuktuk…
Her olaya çocuksu gözlerle bakıyor, her tene, her canlı nesneye, her yüreğe çocuksu ellerimizle sevgiyle, şefkatle dokunuyorduk, belki de bu yüzden farkında olamıyorduk kötülüğün…
Belki de, bu kadar sıradanlaşmamıştı, kötülük.
Zaten, çocukluğumdan buyana, hiçbir zaman, bayramlara “dinsel” bir anlam yüklemedim…
Hep çocukça yaklaştım, çocukça anlamlar yükledim bugüne kadar ki bayramlara.
Neyse.
Hemen “eyvah!” deyip, korkmayın.
Bir yazıda okumuştum.
“Nostalji” nin tıbbi anlamı: geçmişle sürekli iç içe yaşamakmış.
Psikolojik bir hastalıkmış.
Bu yüzden, ben, biz eskilerin her bayram, torunlarına anlattığı gibi: “Bizim çocukluğumuzda bayramlar şöyleydi, böyle olurdu. Bir gün… Sene 1970… Bir kurban bayramı günü… Babam, annem, kardeşlerimle, rengarenk güllerin, çiçeklerin ekildiği, bir yanında iki akasya, diğer yanında bir dut, bir incir, bir asma ağacının bulunduğu avlulu evimizde bayram yemeğine oturmuş iken, kapımız çalındı, birden komşuları rengarenk giysileriyle…” gibi nostaljik ve benim için çok anlamlı bayramlık öyküleri anlatmaya başlamayacağım.
Bizden önceki kuşak ve yeni kuşaklar, babalarından annelerinden, dedelerinden ninelerinden benim anlatacağım bayramlık hikayelerden çok dinlemişler ve de usanmışlardır.
Bu yüzden olacak ki; Z Kuşağı ve bir önceki kuşaklar, biz yaştakileri gördüklerinde, lodosa yakalanmamak için, kaçıp saklanacak limanlar arar dururlar, haklı olarak.
Geçtiğimiz şeker bayramını Kovid 19 salgını nedeniyle evlerimizde geçirmiştik.
Yasak nedeniyle ilk defa bayramlaşmaya gelen giden olmayınca, aldığımız bayram şekerleri ve çikolatalar kimseye kısmet olmayınca, ailece bize kısmet oldu. Ye ye bitmiyor!
Yarın kurban bayramı.
Yılbaşında, Hindilerin başına gelen felaket, bizlerin inancına göre, bugünden itibaren, bayram süresince, tek toynaklı hayvanlar dışında, diğer iç içe kardeşçe yaşadığımız, bir bakıma evcilleştirdiğimiz hayvanların başına gelecek.
Haydi hayırlısı. Herkesin kurbanını “Allah kabul etsin!”
Kurban eti demişken, yazımı bir anekdotla bitireyim.
Annem ile kız kardeşimin kayınvalidesi arasında yıllarca geçen bir kurban eti hikayesi…
Her ikisi yan yana geldiklerinde canım cicim, diğer zamanlarda enikonu dedikodu yapmak için birbirinin açıklarını kollarlardı.
O kadar aralarında tatlı sürekli anlatıp bizleri gülümseten anekdotlar yaşandı ki, şimdilik bunu anlatayım.
Her ikisinin ortak torunu yeğenim, bizden biraz farklı olarak dini ibadetlerini harfiyen yetire getiren biridir.
Her kurban bayramı, kurbanlığını sektirmeden alır, keser, en yakınlarına dağıtır. Tabi ki bizi, bizden ayrı yaşayan annem ve babamı da, baba tarafı gibi ihmal etmez, hakkaniyetli, eşit bir şekilde, kurban eti dağıtırdı.
Ama gelgelelim, zavallı yeğenim, Adıyamanlı Babaannesi ile Urfalı anneannesini, yıllarca bir türlü memnun edemedi gitti, vesselam, bu kurban eti işinde.
Yeğenimin kendi baba tarafı, baba annesine: Selçuk, kurban eti getirdi mi, diye sorduklarında, cevaben: “Nerede?.. Gövdenin tamamını Urfalılara götürmüş, azıcık kuyruk yağı getirdi!”
Anneme sorduğumuzda ise manalı manalı: “ Evet, getirdi! Tıraşlanmış kemik getirdi! Etin çoğunu, Alsancağa( Alsancak Mahallesi), babaannesine götürmüş!
Her kurban bayramı bu durum tekrarlanır, biz de, dünürler arasındaki kurban eti atışmasını keyifle izlerdik.
Bugün her ikisi de hayatta yoklar!
Annemi de, Perihan Teyzeyi de, anılarıyla birlikte özlemle yad ediyorum!
Unutmadan…
Evdeyiz efendim, kurban eti kabul edilir!
Herkesin bayramı kutlu olsun!