ÇAYCI / RAMAZAN VELİECEOĞLU YAZDI

featured
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

 

Bir arkadaşımla çarşıda dolaşıyorduk, fazla yürümekten biraz da yorulmuştuk. Yolumuzun üzerinde küçük bir çay ocağına rastladık.     Masa yerine sehpaları, sandalye yerine tabureleri vardı. Geçip oturduk. Biraz sonra taburelerin sandalyeden daha rahat olduğunu, insanı dinlendirdiğini fark ettik. İki de çay söyledik.

 

Çaycı, çayları önümüzdeki sehpanın üzerine koyup doğrulurken,  gözümüzün içine bakarak; “abi simitte var yerseniz, simit çay iyi olur, getireyim mi iki tane?” dedi. Bizden oluru alınca çabucak gitti. Biraz sonra elinde iki tabakla geldi. Tabakların içine bembeyaz kağıt açmış, simitleri lokmalar halinde bölerek tabaklara koymuş, getirdi. Tabaklardan birini masaya koydu, öbürünü elinde tutarken; “abi bakın, size bir şey söyleyeceğim. Şimdi, çay, simit bir de üçken peynir, bunlar kardeş yiyeceklerdir. Yerken bunlardan biri olmazsa aldığınız tat eksik kalır, size iki de üçken peynir getireyim, göreceksiniz tadına doyum olmaz. Herkesin öve öve bitiremediği Mamoş’un Adana kebabından geri kalmaz. Beğenmezseniz peynirlerin parasını almayacağım” dedi.

 

“Yaa sen böyle anlatırsın da biz yemez miyiz, hadi getir” dedik.

 

Çaycı, iki üçken peynir, iki de çay kaşığıyla geldi. Üçken peynirleri kendi elleriyle tabaklarımızın içine açarken, “abi bu peyniri çay kaşığıyla simitin arasına sürerek yiyeceksiniz, bunun tadı da zevki de buradadır.” dedikten sonra gitti.

 

Arkadaşımla birlikte; çaycının dediği gibi, üçken peynirlerimizi, çay kaşığıyla simitlerimizin arasına sürüp sürüp yerken, çayımızı içerken, yediğimizin tadına varırken yan tarafımıza başka bir müşteri geldi.

 

 

Yeni gelenin kılık kıyafetine bakınca devlet memuruna benzer bir tipi var. Yerdeki taburenin üzerine oturacağına, tabureyi eline almış, çaycıdan tarafa uzatarak; “çaycı bir çay” diye sesleniyor. Biraz sinirli gibi duruyor. Çaycı “hemen abi geliyor” derken yolu yarılamış bile. Çaycının yaklaştığını gören adam, elindeki taburenin iki ucundan sıkı sıkı tutmuş; “ya arkadaş biraz televizyon izleyeyim dedim, içimi sıkıntı bastı. Az daha televizyonu pencereden aşağı atacaktım. Zor tuttum kendimi…” diye anlatırken çaycı sözünü kesiyor. Adamı sakinleştirmeye çalışıyor. Çay elinde anlatıyor.

 

“Abi ona aptal kutusu derler, onu fazla izleyen aptal olur. Böyle kirpiklerini kırpmadan aptal kutusuna bakmayacaksın. Yoksa sen de… Adam boşa dememiş toplumun yüzde altmışı aptaldır diye… Şöyle demli bir çay içte sakinleş biraz. Bir şey yemediysen, karnın açsa simitte var ha” derken adamı tabureye oturtuyor, elindeki çayı da adamın önüne sehpaya koyarken tekrar soruyor: “Karnın aç mı, simitte getireyim mi.” diye.

 

Adam, çayından bir yudum aldıktan sonra yanıtlıyor,” yok istemem,    sağ ol …” derken adamla, çaycı arasında hoş bir sohbet başlıyor.

 

Adam çayından bir yudum daha aldıktan sonra soruyor;

 

“Nasıl çaycılık kurtarıyor mu?

 

“Nerdeee baksana sefilleri oynuyoruz”.

 

“Millette para yok para”

 

“Yyok abi be ondan değil, okey salonlarında sürüler halinde okey oynuyorlar.”

 

“Eee ne yapacaksın iş güç olmayınca…”

 

“Yo o garibanların da günahını almayalım. Akşama kadar iş aramaktan ilikleri sökülüyor onların, toplumda ayakkabı tüketimini yapan kitle onlar, onlar da olmasa ayakkabı sektörü krize girecek. Çayını tazeleyeyim mi abi?”

 

“Yok, daha bitirmedim” derken bardağı ağzına götürüyor.

 

“Sen bu okeyin tarihçesini biliyor musun abi?”

 

Adam çok şey biliyormuş havalarında, “biz, Emevilerin, Asurluların, Etilerin, Hz. Muhammet’in Mekke’den Medine’ye göçünün tarihçesini biliriz de okeyin tarihçesini kitaplar yazmadığı için öğrenemedik… Neymiş?”

 

“Ben anlatanların yalancısıyım abi. Bak bu Amerikalılar var ya çok zeki insanlar, akıl hastanesinde yatan delilerin iyileşip iyileşmediklerini öğrenebilmek için okeyi bulmuşlar.”

 

Adam, merak içinde, gözlerinin akını göstererek, “nasıl yani” diye soruyor.

 

Çaycı, bu işlerin uzmanıymış gibi anlatıyor. “ Test aracı olarak, yani rakamları arka arkaya getirip taşları dizebiliyorsa iyileşmiş sağlığına kavuşmuş sayılıyor. Rakamları arka arkaya getirip dizemiyorsa hastanede tedaviye devam… Bakma sen bizim insanlarımız içinde de çok akıllı adamlar var çok. Taşa bakmadan parmaklarıyla taşı şöyle bir elledi miydi hemen hangi rakam olduğunu anında buluveriyorlar.”

 

“Desene tolum olarak hastayız.”

 

“Tolumun hastalığı salt okeyden kaynaklanmıyor. Toplumun asıl hastalığı, en önemli hastalığı ne biliyor musun?”

 

“Cahillik cahillik…”

 

“Yok be abi ne cahilliği, bu devirde cahil adam mı kalmış… Toplumun hastalığı -suskun seyretme hastalığıdır-“

 

“Nasıl oluyor o suskun seyretme hastalığı?”

 

“Bak abi burası çok önemli. Bu hastalığın belirtileri şöyle oluyor; yönetenler yönetemiyorlar değil mi?”

 

“Öyle gibi…”

 

“Öyle gibisi yok öyle öyle, yönetilenler de yönetenlerden memnun değiller,   bir şey yapıyorlar mı?”

 

“Yapmıyorlar.”

 

“Yapmaz olurlar mı yapıyorlar.”

 

“Ne yapıyorlar?”

 

“İşte suskun suskun seyrediyorlar ya toplumun en büyük hastalığı bu. Örneğin her seçim de politikacılar, alanlara milleti toplayıp: ‘Enflasyonu indireceğiz, işsizliği kaldıracağız…’ diyorlar. Peki, sen kaç yaşındasın?”

 

Adam etrafına bakındıktan sonra, “48 yaşındayım” diyor.

 

“Sen, 48 yıldır hiç gördün mü, duydun mu enflasyonun indirildiğini, işsizliğin kaldırıldığını! ”

 

“Arkadaş, ne yalan söyleyeyim, hiç görmedim, duymadım.”

 

“Peki, gören duyan birine rastladın mı?”

 

“Valla hiç görmedim, duymadım, rastlamadım.”

 

Çaycı, arkadaşımla-beni göstererek, “abiler bize göre daha yaşlılar, belki onlar rastlamışlardır, bir de onlara soralım: Abiler sizler, bu yaşınıza kadar, ‘enflasyonu indireceğiz, işsizliği kaldıracağız’ diyenlerin dediklerini yaptıklarına hiç rastladınız mı?” diye sorunca!

 

Biz de doğal olarak doğruyu söyledik. ” Görmedik, duymadık hiç rastlamadık.” dedik.

 

Çaycı adama dönerek, “ee o zaman bize hep yalan söylenmiş, böyle olduğu halde toplum ne yapmış, suskun seyretmiş. Zaman zaman yönetenlerin tüm pislikleri, tüm kirli çamaşırları çok berrak biçimde, ortaya serilmiş, ortaya serilmiş, ortaya serilmiş… Bizi yönetenler de tüm bu pisliklerin üzerlerini örtmüşler… örtmüşler… Onlar örterken toplum ne yapmış? Suskun seyretmiş. İşte bu yüzden toplumun en büyük hastalığı ‘suskun seyretme hastalığıdır.”

 

“Ya merak ediyorum, bu hastalık irsi midir acaba.”

 

“Sen suskun seyretme hastalığının ne demek olduğunu anlamadın mı?”

 

Adam kafasını kaşıyarak, “şey… Anladım tabi… Anladım da… Ne diyecektim. Ha, peki toplumun ne yapması gerekir ki?”

 

Çaycı gülüyor. “Abi bunu yapmayın be, gözünüzü severim yapmayın. Ulan ne yaparlarsa yapsınlar, bir şey söylesinler, bir davranış göstersinler. Ağızları kapalıysa başka yerlerinden ses çıkarsınlar. Ulan bu toplumda hiç mi g.. yok be?”

 

Adam birden ayağa kalkıyor, oturduğu tabureye bakıyor!.. Az sonra kaçarcasına uzaklaşıyor.

 

Çaycı adamın arkasından, elleri havada sesleniyor. “Abiii çay parası…”

 

Adam arkasına bakmadan gidiyor.

 

Topluma karışıyor.

 

Kayıp oluyor.

 

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir