“Çiçek gibi çocukların kalbini kırdınız”

featured
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Boğaziçi Üniversitesi ve diğer üniversitelerin, 1980 öncesi, idari ve özerk yapılarını her halde bilmeyenimiz yoktur.

Henüz;  develer tellal iken, pireler berber iken. YÖK diye bir kurumun esamesi bile okunmuyordu.

Dünya üniversiteleri arasına girme yarışında olan az sayıdaki bilim odaklı üniversiteler, kendi dekan ve rektörlerini, demokratik yol ve yöntemle seçiyorlardı. (8 Haziran 1946’da Resmi Gazete’de yayınlanan  rektörlerin seçimle görev başına gelmesini düzenliyordu. [MADDE 12: Rektör, Fakülte Profesörler Kurullarının bir arada yapacakları toplantıda iki yıl için, aylıklı ordinaryüs profesör veya profesörler arasından, sıra ile, her seçim döneminde başka bir fakülteden olmak üzere salt çoklukla seçilir.])

Hatta yanılmıyorsam, öğrenci dernekleri de oy kullanıyorlardı.

1980, 12 Eylül’ünde gerçekleşen faşist darbe sonrası, rejim kendini yenileme ihtiyacı duydu. Bu nedenle rejimin ilk hedefi ve icraatı, 1961 Anayasası ile oluşan bütün demokratik  kurum ve  yapıları ortadan kaldırıp lağvetmek ve akabinde, yavaş yavaş kendi hukuk sistemi ile darbe anayasasıyla rejime uygun bir takım demokratik olmayan kurumları oluşturmaktı. Örneklersek:  tıpkı YÖK gibi, tıpkı HSYK, RTÜK gibi.

Tırpanlana tırpanlana, son 18 yıldan hukuk ve demokrasi alanında geldiğimiz nokta, bugünün Türkiye’sinin 3D fotoğrafıdır, özetidir.

AHİM kararlarını saymıyorum bile, kendi elleriyle oluşturdukları Anayasa kararları bile tenfiz edilmemekte, yani tanınmamaktadır. Anayasa da, babayasa da,  diğer yasalar da,  siyasi erk nazarında yok hükmündedir.

Bütün yasalar ve demokratik kurullar, kurumlar ilga edilmiş durumda…

Son günlerde, Boğaziçi Üniversitesi’nde yaşananlar hukuk, kural tanımamazlığının bir sonucudur.

Bir “İstifa Et!” çağrısı başını almış gidiyor.

Yeni atanan rektör böylesi bir durumda olaylar karşısında istifa eder mi? Bence etmez.

İstifa merciinin tarihçesini yazmamayım ama belleklerimizde kaldığı kadar istifa yöntemi şuydu:  üstlendiğin bir görevi başaramadığında, ya da sana usuli ya da usulsüz, ya da  kayyım yöntemiyle atfedilen bir görevi vicdanına, hakkaniyete, liyakata ve hukuka uygun bulmayarak kendiliğinden bırakmaktır. İstifa, bir erdemlilik olarak değerlendirilir ve takdir toplardı.

Dünyanın birçok yerinde bu işleyiş  ahlak, vicdan meselesi görülür ve kendiliğinden işler. Bu hem bürokraside, hem siyasette, hem ülke yönetiminde ve hem hayatın diğer alanlarında da geçerlidir.

Dünya da birçok ülke dedim; Türkiye’de, demedim!

YENİ ANAYASA

Siyasetin sert dili, “orantılı güç kullanılarak” öğrencilere uygulanan gözaltı olaylarında yaşanan şiddet ve artık halkın ensesinde hissettiği ekonomik sorunların zirve yaptığı Türkiye siyasi arenasında şimdi de,  nur topu gibi bir “Yeni Anayasa” gündemimiz oldu. “Maşallah!” diyelim nazar değmesin.

Demokrasisi kökleşmiş ülkelerde, anayasa bir sefer yazılır. Zırt, pırt anayasayla kadıköy escort oynanmaz.

Zaten, hukuka saygı çerçevesinden mevcut TBMM, kurucu meclis olmadığından, yeni anayasa yapama yetkisi yoktur, aslında.

Çetelesini tutmadım ama 1981 Anayasası’ndan bugüne kadar, sürekli defalarca oynandı, kendi oluşturdukları, ama yetinmedikleri anayasa maddeleriyle…

Bu yeni anayasa tartışmalarının altında yatan birçok senaryo yattığı düşünülebilir.

Ayrıca, baştan peşinen söylemek gerekirse,  Kürt realitesi olmak üzere, ülkenin diğer temel meseleleri olan halklar ve inançlar meselesini demokratik, barışçıl yol ve yöntemle çözmeyen, çözüm odaklı olmayan “yeni bir  anayasa” tartışması boş, çalışmaları ise beyhudedir. Bunun adına hukuk ve demokrasi reformu denenemez. Bu yönde bir beklenti içine girmek de tamamen saftiriliktir.

AİHM eski yargıcı Rıza Türmen bu tartışmayı:  “Siyasi bir hamle olarak görüyorum. İçi boş bir hamle olarak görüyorum. Saadet Partisi ve İyi Parti’yi belki yanına çekmek için böyle bir söz atılıyor ortaya.  Bir çaresizliğin, umutsuzluğun dışavurumu. Her şey deneniyor. Hiçbir yol dışarıda bırakılmıyor. İktidarda kalabilmek için her yol mubah görülüyor” diye değerlendiriyor.

Gözaltı olayları sırasında ve sonrasında yaşananlar bir çoğumuzun vicdanını yaraladı.

Benimkini şahsen yaraladı.

Ahmed Arif’ in dediği gibi: “Çiçek gibi çocukların kalbini kırdınız,
bahçeniz bahar görmesin…”

 

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir