COVID 19: İLAHİ BİR MİT, DÜŞÜNSEL TOTEM

featured
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Düşünce ile inanç arasındaki kaygan zemin, yaşamın insan tarafından kendisi içi bir “felaket’ olarak tasavvur edildiği uğraklarda daha da karmaşıklaşıyor; tıpkı özne ile nesne ve “maddi dünya’ arasında kurgulanan varsayımsal ayrım gibi… Tanrıları yarattıran doğa karşısındaki korkularsa eğer, düşüncenin sürekli kuram, model arayışında olma eğiliminin başlıca nedeni de, sonsuz hareket halindeki evren karşısında düşüncenin dehşete düşmesi olsa gerek. Öyle ya, onu düşünmeye başladığımız andan itibaren nesne artık ilk nesne değildir. Bu korkunç devinim, “Düşünüyorum (Ben) öyleyse varım (Ben)”ın bilinçli öznesini kaçınılmaz olarak ‘ulvi’ kuramlar inşaya zorlar. Düşünen özne (Ben) kendisini doğaya, nesnesine dışsal kıldıkça, O’nun düşünce adına yaratacağı hemen her şey tanrısal kelam kisvesine bürünür.

Bu bir de korkuyla birleşince; virüsün örneğinde olduğu gibi duyumsal olarak karşı-karşıya gelmediğimiz bir ‘Şey’den korkup aynı zamanda onun üzerine ve onun aracılığıyla dünya/toplumsal yaşam üzerine tefekküre daldığımızda, henüz icat edilmemiş bir dinin gönüllü kulları oluveririz farkına varmadan. Önce simgeselleştiririz, sonra yorumlarız: Her türden simgeselleştirme ve yorumlama bütün inançsal sistemlerin başlangıcıdır. Virüs imgesi (kavramı) gerçeğin yerini alır. Artık gerçeğin kendisi ile değil, ondan uzaklaştırdığımız, düşüncenin nesnesi olmuş virüs kavramı ile olguları açıklamaya (yorumlamaya) başlarız. Bu andan itibaren gerçek somut virüsün kendisi kısa devreyle gündem dışına itilir, virüs kavramı virüs gerçekliğinin yerine konur düşünen özne tarafından. Bu kurgusal soyutlamadan hareketle, sistemi analiz etmeye başlarız; kapitalizmi eleştiririz, güncele ve geleceğe dair çıkarımlarda bulunuruz, bireysel ilişkilerimizi, memleket ve dünya meselelerini rasyonellik platosunun uçsuz bucaksız bozkırlarında kavrulmaya yatırırız; virüse devrim bile yaptırırız; geleceğimizin nasıl olacağına dair düşünümsel kurgular bile geliştirmeye başladık şimdiden. İlerde bundan bir kuram da doğacaktır, eli kulağında.

Düşünen özne, üzerine akıl yürüttüğü kavram olarak nesneyi – burada örneğimiz bir virüsü olsun- düşüncenin öznesi kılarken nesne bunun farkında değildir doğal olarak. Asıl ölümcül olanı, bilinçli özne – akıllı insan- nesnesi üzerine düşünürken, kendisini nesne karşısında edilgin bir nesneye, nesneyi de sanal bir özneye dönüştürmesidir. Bilinç sahibi olmayan bir nesne kurgusal faile dönüşürken, tüm insani ilişkiler bu failin merkezinde yer aldığı bir yapısal bütünlüğe, gerçekliği kendi girdabında boğan bir simgeler dünyasına evrilir düşünce sürecinde: Buna kısaca yapısal idealizm denir, sanki idealist olmayan yapısalcılık olabilirmiş gibi.

Düşünmek ve inanmak; belli bir sorun üzerine düşünürken akıl yürütenler ile aynı şey üzerine “ilahi güçlere” başvuranlar arasında var olduğu iddia edilen keskin ayrımı, bir virüs pekala alaşağı edebiliyor. Nedenini ve neden bizim başımıza geldiğini kavrayamadığımız bir olguya dair söylence, oradan bu derdin oluşturduğu sıkıntılardan kurtulmak için mite ve nihayet akılcılaştırmaya doğru ilerleyen süreç, hem dinlerin hem modern burjuva biliminin ortak mantıksal izleğidir. Burada kalmaması lazım ama: akılcılaştırılmış olanın tekrar gerisin geri mitleştirilmesi ve nihayet söylenceye dönüşmesi gerekir. Çok zamandır, düşünceyi düşünceyle, maddi yaşamı düşünceyle, soyut olanı soyut olanla açıklama -yorumlamayı ve simgeselleştirmeyi insan doğasına atfederek-, asık suratlı bir bağnazlığa dönüştüğünden olacak ki, doğadaki bir şey olarak virüsün maddi varlığı altında kör inanca dönüşen bilimsel akıl, felaket zamanları en korkulacak olanı yapar. İnsan, belki de en yapmaması gereken zamanda doğayla ve diğer insanlarla ilişkilerini askıya alır; her türden soyut kurguyu maddi olanın önüne çıkarır ve nihayet kendi düşüncesini, kurguladığı nesnesi karşısında nesneye çevirir. İnsan düşüncesi, virüsü bu kadar çok spekülasyonun nesnesi yaptığında onun maddi gerçekliğini ortadan kaldırmakla kalmaz, her türden maddi gerçekliği bu soyutlamaya referansla açıklamaya başlar. Virüs, tüm düşüncenin sınırlarını yeniden belirleyen özneye dönüşürken, düşünen özne maddi dünya ile bütün bağını kopararak, virüs imgesiyle düşünümsel monologa girer; kendi beyin ölümünü gerçekleştirir; artık neyin nesne, kimin özne; kimin neyin üzerine tefekküre daldığı ayırt edilemez hale gelir. Virüs, sonsuzca kendini çoğaltarak, yaşamlarımızı her anlamda altüst eden muazzam bir devinim sürdürürken, düşünce bu baş döndürücü hareket karşısında kasvetli bir Zeus heykeli kadar durağan ve zavallıdır. Onun için simgeselleştirmek, yorumlamak ve teorileştirmek zorundadır.

Söz Zeus’a gelmişken, antik Yunan’da köleler arasında yaygın kabul gören Orpheuscu öğreti, ‘yaşamı, insanın titanların günahının kefaretini ödediği bir ceza’ olarak görürdü. İnsanın ölümsüz yanı, ölümlü yanının içine kapatılmıştır; ruh beden içine hapsolmuştur. ‘Bizler, tanrıların zamanı geldiğinde yaşam hapishanesinden kurtaracakları köleleriyiz’ diye düşünür/inanırdı köleler. Bu orpheuscu ruh/öte dünya miti, Platon aracılığıyla, mitten simgeler dünyasına aktarıldı, oradan felsefe aracılığıyla rasyonelleştirildi; duyulur dünya sanıların, “gerçeklik” aklın (epistemenin) nesnesi yapıldı. Aslında derin bir protestoyu dile getiren, fakat hiçbir istekte bulunmayan ve böylece maddi gereksinimlerin baskısını öte dünyaya öteleyen bu köle sınıfının ideolojisi, Aristokrat sınıfın egemenliğinin felsefe üzerinden rasyonelleştirilmesine, oradan Hıristiyan inancı vasıtasıyla gerisin geri inanca dönüşümüne vardırılır tarih içinde. Kuşkusuz, insanların kendilerini daha çocuklukta elleri ve ayakları zincire vurulmuş buldukları, gün ışığı görmeksizin bekleştikleri Platon’un mağarası, kölelerin yaşamları sonlanana kadar efendileri için gümüş çıkardıkları maden dehlizlerinin felsefi (rasyonel) tasavvurundan başka bir şey değildir. Orpheus, tragedyalara konu olur; sanatsal yaratımı ayartır, nihayet devasa bir felsefi dizgenin – felsefi idealizmin- mitsel kaynağı olur. İnanç ile düşünce arasındaki çetrefilli ilişkinin maddi yaşam tarafından tarihsel olarak dolayımlanmış böylesi girift bir serencamı vardır. Ve bu gidişatın kazananını aristokrat sınıf ile köleler arasındaki savaş belirledi. Bugün de sonrasında da içine uyanacağımız dünyanın nasıl olacağını emekçilerin vereceği mücadele belirleyecek, virüs üzerine bir dolu spekülasyon değil.

Bu aralar herkes kendini şiire vermiş madem; kimi şair olmuş yazıyor, kimi alıntılıyor. Ben de meramıma tercüman olacak bir şiirle noktalayayım.

DEFNE ORMANI
Köle sahipleri ekmek kaygusu çekmedikleri
için felsefe yapıyorlardı, çünkü
Ekmeklerini köleler veriyordu onlara;
Köleler ekmek kaygusu çekmedikleri için
Felsefe yapmıyorlardı, çünkü ekmeklerini
Köle sahipleri veriyordu onlara.
Ve yıkıldı gitti Likya.
Köleler felsefe kaygusu çekmedikleri
İçin ekmek yapıyorlardı, çünkü
Felsefelerini köle sahipleri veriyordu onlara;
Felsefe sahipleri köle kaygusu çekmedikleri
İçin ekmek yapmıyorlardı, çünkü kölelerini
Felsefe veriyordu onlara.
Ve yıkıldı gitti Likya.
Felsefenin ekmeği yoktu, ekmeğin
Felsefesi. Ve sahipsiz felsefenin
Ekmeğini, sahipsiz ekmeğin felsefesi yedi.
Ekmeğin sahipsiz felsefesini
Felsefenin sahipsiz ekmeği.
Ve yıkıldı gitti Likya.
Hala yeşil bir defne ormanı altında.

Antik dünyanın köle sınıfının orfeusçu tapıncı inancı bile aristokrasinin icadıydı. Tıpkı ortaçağda bunun tek tanrılı dine dönüşmüş hali köylülerin felsefesi olduğu gibi. Kapitalist üretim tarzında, işçi sınıfı, ekmeği için kimseye muhtaç olmayacağı mücadelede kılavuz edineceği kendi öz felsefesine sahiptir: Tarihsel maddecilik. Akıl-düşünce, hiçbir şeydir madde olmadan; her tür düşünce maddidir ve tarihseldir. Bu zor zamanlarda naçizane tavsiyem Nietzsche’den uzak durun derim! Söz gelimi, ‘Tragedyanın Doğuşu’ yerine, George Thomson’un ‘Tragedyanın Kökeni’ çalışmasını okuyabilirsiniz. Her türlü spekülasyondan uzak tutar; kanlı canlı insanların doğa ile ve birbirleriyle ilişkilerinin tarihselliğini ve bugünü anlamada bir nebze katkısı olur belki.

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir