Seçimler üzerinden vücuda gelen ‘demokratik temsil’ ve ‘genel/milli irade’ yalanı ya da daha doğru bir tanımlamayla kandırmacası ile ‘hukuk devleti’ yanıltması, burjuva liberal demokrasisinin göğsünü kabartan ve fakat bir o kadar da uykularını kaçıran iki açmazıdır. Genellikle normal zamanlarda halkla beraber kısmını askıya alarak, halk için ve halk adına yönetme ilkesinin sorunsuz işlediği demokrasinin bu soyut halk egemenliği yalanı en bariz biçimde faşizm – kapitalizmin uzun erimli krizleri- dönemlerinde kendisini gösterir. Faşizm, burjuva demokrasisinin örtbas etmek için canını dişine katarak çabaladığı siyasal şiddetin burjuva diktatörlüğü biçiminde gerçek yüzünü gösterdiği hali olsa gerek.
Bu genel irade/milli irade öylesine büyük bir yalandır ki, söz gelimi Haziran 2015 seçimleri üzerinden dile gelen sözüm ona halk iradesi gasp edilince sesi soluğu çıkmamıştır. 7 Haziran seçim sandığı kuyusundan çıkan, Kasım 2015 seçimlerinde uygulanacak olan milli iradenin ölüm kararıydı. Yine örneğin, cumhurun ittifakı adı altında evlere şenlik ayak oyunlarıyla 2019’daki iradesine şimdiden el konulma planları yapılırken de herhangi bir tepki vermez milli irade, vermesi de beklenemez. Gerçekte var olmayan bir şeyden, gerçekte sahip olmadığı bir egemenliğe sahip çıkmasını, kendisine ait olduğu iddia olunan yasama yetkisinin gaspına ne tepki vermesi beklenir ki? Bu pasif ve dirençsiz tutum, kimilerinin hayali olarak tanımladığı halk denilen, burjuvazinin arayıp da bulamayacağı için kendisinin kurgulayıp yarattığı demokrasi için biçilmiş kaftandır. Halk ya da seçmen gibi hayali ve kurgusal olan bir şeyin başkaldırısını beklemek ne kadar da anlamsızdır. Sonuçta biri kendisinin bile farkında olmadığı, mülkiyetine sahip olmadığı, ona atfedilen içi boş bir egemenliğin kaynağı, diğeri ise belli aralıklarla gidip oy vermek üzere tasarlanmış atıl bir heterojen iradeye işaret eder.
Devasa soyutlamalarla dolu bir demokrasi teorisi, kendi içinde anlaşılabilir bir şey olarak kabul edilse bile, uzlaşmaz sınıf çelişkilerinin halk başlığı altında soyutlanıp duygusal dengelenişi, burjuva demokrasisi kisvesi altında yürütülen pratik siyasetin en büyük skandalıdır. Pratikte demokrasinin işleyebilmesi için, halk, egemenlik, milli irade gibi hayaletimsi yapılara ihtiyaç duyulur. Cumhuriyetin bu farklı kılık ve adlarının bir yanılsama olması gerçeği, faşistlere ele geçirilmez bir fırsat verir. Genel oy hakkının, demokrasi havarilerinin ona yükledikleri büyüleyici etkiye sahip olmadığının gün yüzüne çıkıp, ikiyüzlülüğünün ifşa olduğu bunalım dönemleri faşistlere yasa yapma yetkisinin/egemenliğin tek bir kişi veya parti ya da parlamentoda diktatörlük biçiminde somutlaşıp halk yanılsamasıyla ilişiğin kesilmesi için uygun koşulları sağlar.
Bugünlerde, kendisini frenleyen engellerden kurtulmuş halde burjuva terörizmine dönüşen rejim karşısında, bütün muhalefet, denize düşen yılana sarılır misali burjuva demokratik değerlere övgüler dizerek, temsili demokrasiyi, milli iradeyi yere göğe sığdırmayarak, onlardan medet umarak kendi mezarlığını, beşiği haline getirme gayreti içerisinde. Liberal demokrasinin bütün teorik argümanlarının, olağanüstü hal ile anayasa ve hukuk devletinin bir terminoloji sorununa dönüştüğü koşullarda, bu gerçekte var olmayan iradenin yaptığı/yapacağı varsayılan yasalar da anlamını yitirir.
Faşizm koşullarında içi boş ideolojik bir formüle dönüşen güçler ayrılığı ilkesinin iki yüzünden biri yasama organı iken ikinci yüzü yürütme organıdır. Yasama, soyut ve gerçekliğe tekabül etmeyen biçimiyle milli/halk iradesi içinde yitip giderken, yürütme bütün şiddetiyle askıya alınmış yasa yetkisini göklerden indirerek dünyevileştirir, bürokratikleştirir. Bir başka deyişle faşizm, aslında zaten öyle olan burjuva meclisinin gerçekte, ister tek adamda, ister bir partide isterse yürütme komitesinde toplanmış görünümde olsun, sadece burjuvaziyi temsil eder hale geldiği siyasi varoluş biçimidir. Bu sacayağının üçüncü unsuru olan hukuk hem basit bir karar verme hem de yasa (cezalandırma) yoluyla siyasal ayar verme mekanizmasına dönüşerek yürütmeye payanda kılınır. Sakallı amcanın dediği gibi, asli görevi yasa koymak değil de zaten toplumda var olanı bulup ortaya çıkarmaktan gayrı bir şey olmayan hukuk sisteminin de gerçek yüzü ortaya çıkar. Faşizm aynı zamanda burjuva toplumunun, onu sivil toplumun ve güçler ayrılığı üzerinden kurgulanmış demokratik cumhuriyetinin, hukukun üstünlüğü yalanının ifşasıdır da. Ve bu yüzden faşizm gerçek, liberal demokrasi hiçbir gerçekliğe denk düşmeyen bir simulasyondur.
Peki bu koşullar altında neden bu yanılsamayı yüceltip inanırız? Bir neden, yukarıda ileri sürülen iddiaların bir safsata, demokrasinin tarihsel bir gerçeklik ve insanlık ideali olduğu inancıdır ki kahir ekseriyet bu minvalde bir düşünceye meyleder. İkincisi Marx’ın sıklıkla ifade ettiği gibi, demokrasiyle özdeşlettirilmiş siyasal yaşam, insanlar arası ilişkilerin bütün uğraklarından çekip çıkarılarak ilahileştirildiği için, demokrasi siyasal ilişkilerin hem skolastiğini hem de ilahi görünümünü oluşturur. Tıpkı din ve Tanrının külli iradesine duyulan inanç gibi, bireysel iradelerin dışında ve üstünde bir genel/milli irade inancının şekillendirdiği siyasi ilahiyat sistemidir demokrasiye dogmatik inancı doğuran. Sakallı amca dile getirdiğinde es geçilen bu tespit ne hikmetse, faşizmin büyük teorisyeni Carl Schmitt ifade ettiğinde yeni bir buluş gibi yere göğe sığdırılamadı. Bir üçüncü nokta, somut ütopyaların yokluğunda denize düşenin yılana sarılması gibi evrensel bir yanın yürürlükte oluşudur zannımca.