Kimi zaman, kendinizi ifade etmekte güçlük çekersiniz.
Fıkra anlatmak istersiniz, onu da beceremezseniz.
Fıkra anlatmak da, kendini de ifade etmek bir özel meziyettir.
Çok mükemmel olmasa da elimden; bir şeyler karalamak, yazmak, çizmek daha kolay geliyor.
Ne yazacağımı çok iyi bildiğimden de değil; muhtemelen, çevremde giderek gözle görülür hale gelen yorgunluk/bıkkınlık, isteksizlik, daralan bir ruh halim hissinden yorulmuş olmaktandır.
Her hangi bir kurumda artık görev almama duygusuyla geziyorum günlerdir.
Yunus Emre’ nin sözüydü: “Derdi Dünya Olanın, Dünya Kadar Derdi Olurmuş!”
Artık, kesin olarak kararımı verdim…
Söz!..
Memleket ve dünya meselelerine karışmayacağım.
Biraz kafa dağıtayım dedim.
İhtiyacım var diyerek geçenlerde çoktan ihmal ettiğim bir hemşerimin özel olarak işlettiği kulübüne gittim. Amacım bir iki tek atıp, geçmiş günleri yad etmekti.
Çoktan da gelmem konusunda ısrarı vardı. Israrına dayanamayarak gittim de, gitmez olaydım!
Gecenin ilerleyen geç saatlerinde bana “sende bir iki el oyun oyna, kafanı dağıtırsın” dedi. Israrına dayanamayıp kabul ettim.
Bir de eski bir tanıdık Ahmet beyle de karşılaştık. Sürekli takılırmış buraya.
Merhabalaştık!
Hal hatırdan sonra oyuna başladık.
Oyun derken öyle okkalı resmen kumar!
İçkilerimizi ağır ağır yudumlarken dakika dakikaları, saatler saati kovaladı…
Birden Ahmet bey birden masanın üzerine yığıldı.
Birden telaş, Ahmet bey fenalaşmıştı… Acil bir şekilde doktor çağırıldı.
Doktor geldiğinde artık geç kalınmıştı. Ahmet Bey sizlere ömür, dedi genç doktor…
Hepimiz şok ve şaşkınlık içerindeydik.
İyi de, eşine, ailesine kim nasıl haber verilecek.
Pat! diyerekten de birden söylenmez ki canım.
Derken, birden tüm bakışlar ben de toplandı. Bu zor görevi, sağ olsunlar, tüm itirazlarıma rağmen bana yıktılar.
Efendim gerekçeleri de: Yok efendim, içimizden durumu en güzel ailesine ben anlatırmışım…
Çaresiz, merhumun evini tanıyan birini yanıma alarak, başa gelen çekilir diyerek, gecenin 3’ ünde merhum Ahmet beyin evinin önüne geldik. Araçtan indim. Uzun süre evin kapı zilini çaldım. Bir müddet sonra, merhum Ahmet beyin eşi olduğu her halinden belli olan sinirli mi sinirli Seval hanım kapıyı açıverdi.
– Efendim müsaadenizle kendimi tanıtayım. Ben eşiniz Ahmet beyin arkadaşı İsmail Hakkı bey. Öncelikle gecenin bu saatinde sizi rahatsız ettiğim için özür dilerim. Ancak mühim bir durumu size arz etme görevi bana verildiği için, bu sebeple gecenin bu saatine evinize gelerek sizi rahatsız ettik, diyerek söze devam ettim.
Efendim, Kocanız Ahmet bey var ya, bu akşam…
– Kulübe geldi değil mi?
Evet efendim!
-Bu saate kadar kumar oynamaya başladı demi?
Evet efendim!
-Sonra da arka arkaya içki de içmeye başladı, değil mi?
Evet efendim!
—İnşallah gebermiştir?
İşte ben de tam bunu söylemeye gelmiştim, geberdi efendim!
Efendim yukarıda anlattığım bu kısa öykü tamamen can sıkıntısından benim uydurduğum bir hayal ürünüdür. Hayatımda kumar oynadım ve nefret ederim.
Ben hep bu üçlü sloganı sevmiştim; sonsuza kadar da bağlıyım:
İçki ve sigara öldürür, kumar söndürür, spor güldürür!
Efendim, içki olayında “Sosyal içiciyim”