DEVLET – SERMAYE – MEDYA

featured
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

 

İnsanlık oluştuğunda devletler ve sınırlar yoktu. Doğal olarak özel mülkiyet ve sermaye birikimi de yoktu. İnsanlar doğayı değiştirme, doğaya üstünlük kurma yerine doğanın bir parçası olarak yaşıyor, tüm ihtiyaçlarını doğa karşılıyordu.

İnsanoğlu süreç içerisinde ateşin nasıl kontrol edileceğini keşfetti, alet yapmasını öğrendi, Avcılığı geliştirdi, hayvanları evcilleştirilmesinde ve onların etinden, sütünden yararlanmada ustalaştı. Toprağı ekmesini-biçmesini öğrendi. Ellerindeki birikmiş fazla malları, ihtiyaç duydukları başka mallarla takas etmeyi (değiştirmeyi) bellediler. Bu takas işleri, Lidyalıların altın ve gümüş karışımından elde ettikleri ilk parayı buluşlarına kadar sürdü. M.Ö. 7. yüzyılda paranın bulunması insanoğlunun en önemli icatlarından biri sayıldı. Paranın bulunması insanların işlerini kolaylaştırdı, daha rahat alış – veriş yapar oldular. Daha rahat ticaret yaptılar. Daha rahat sermaye biriktirdiler.

İnsanlık medeniyet gelişiyor diye çok sevindi.

Tüm bu gelişmelerin yanı sıra, insanlık nasıl yönetileceklerinin ya da yöneteceklerinin denemelerini de yaptılar. Şimdi ki duruma gelinceye kadar devletin küçük küçük nüvelerini oluşturdular, denediler, şekillendirdiler.

Para, ticaret, sermaye birikimi işin içine girince devletler de güçlenmeye, organlarını çoğaltmaya başladı.

İnsanlık bu uzun yolculuktan sonra aradıkları devleti buldukları için artık rahat edeceklerini, mutlu olacaklarını umdular.

Düşünülen devlet, insanlar arasındaki ve toplumda ki eşitsizliği, adaletsizliği giderecek, insanlara mutluluk getirecekti. Böyle düşünülüyordu. artvin escort

St. Thomas d’Apuin’ göre “ticaret ancak doğru, adil olduğu takdirde meşrudur. Yani değişime konu olan mallar eşit değerde olmalıdır. Burada bir adil ya da doğru fiyat görüşü bulunmaktadır. Adil fiyat yaklaşımında ticaret yoluyla zenginleşmeyi önleme anlayışı vardır. Özel mülkiyeti benimseyen ancak zenginliğin insanlar arasında eşitsizlik doğurduğunu vurgulayan bu dönemin düşüncesine göre, kişilerin servet sahibi olmaları yasaklanmamalıydı. Ancak kişiler de aşırı servet hırsına kapılmamalı ve servetini sosyal hizmetlere yönelterek kabul edilebilir kılınmalıydılar. Bunun yanında adil fiyat yaklaşımı, üretici ve tüketicinin birbirlerini ekonomik konjonktürden yaralanarak sömürmelerini önlemek düşüncesi de taşımaktadır ve kimi düşünürler adil fiyata ulaşabilmek için gerektiğinde devletin müdahale etmesi gerektiğini ileri sürmüşlerdir.”

Ve hiçbir şey insanlığın ve düşünürlerin ön görüleri gibi olmamıştır. Toprakları ve sermayeyi ellerinde bulunduranlar, insanları da köle olarak çalıştırmaya, insanları da bir meta olarak alıp satmaya başlamışlar, işte burada devlet ve sermaye kol kola girmişler, birbirleriyle nerdeyse bütünleşmişlerdir. Köleciliğe karşı ilk mücadeleyi Spartaküs başlatmış, o günden bu yana sömürüye, baskıya karşı emek sermaye mücadelesi çeşitli şekillerde hep var olmuştur. İnsanlar haklarını alabilmek için tarihler boyunca çok bedeller ödemiştir. Bunun sonucudur ki, bugün kutlanan, 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü dünya kadınlarının ve tüm insanlığın bir kazanımıdır. Aynı şekilde, 1 Mayıs dünya işçilerinin birlik, mücadele ve dayanışma günü de işçilerin olduğu kadar tüm insanlığın bir kazanımıdır.

Geldiğimiz noktada devletler, haksız sermaye birikimini ve sömürüyü engellememiş ya da sınırlamamıştır. Tam tersine dünya tekellerinin önü açılmış, para tek elde toplanarak “küresel sermayenin oluşumu sağlanmıştır. Artık küresel sermaye devletleri ve ülkeleri yönetmeye başlamıştır, öyle ki, bir kişinin elinde tuttuğu sermaye, birçok devletin –ülkenin- ekonomisinden daha fazladır. Bu doyumsuz, açgözlü küresel sermaye, daha çok sömürebilmek için sürekli savaşlar çıkarıp katliamlar yaptığı, doğayı talan ettiği yetmiyormuş gibi, şimdi de gözünü uzayda gezeğenlere dikmiş durumdadır.

Sermaye ve devletler bu yolculuğunu sürdürürken dünya medyası (gazete, radyo, tv. Sosyal medya vs.) üzerindeki hakimiyetlerini de elden bırakmamışlardır. Medya yoluyla halkın algısını değiştirerek kendi rahat dünyalarının oluşumunu kolaylaştırmaktadırlar. Bu konuda Eric Alterman, What Liberal Media adlı kitabında şu çarpıcı örneği anlatmaktadır.

“Amerikan medya pazarını yönlendiren şirketlerin sayısı 1983 yılında 50 iken, bugün bu rakam 5’e inmiştir. Amerikan gazetecilik akademisinin duayen ismi Bagdikian, bu beş şirkete Büyük Beşli adını verir. Büyük Beşli’nin stratejisi, gazetelerden film stüdyolarına, medyanın genelinde önemli paya sahip olmaktır. Bu strateji, bu beşli ve liderlerine, tarihteki herhangi bir despotun ya da diktatörün elinde bulundurduğundan çok daha büyük ve etkin bir iletişim gücü sunmaktadır.

Medya şirketleri politikayı etkileyecek güce her daim sahip olmuşlardır. Bu durum tarihte yeni olmamakla birlikte beş baskın şirketin sahip oldukları güç, tarihte bir ilktir. Bu güç, yeni teknolojiyle ve siyasi amaçlarının neredeyse birbirinin aynı olmasıyla yaratılmıştır. Endüstrileşmiş uluslardaki modern kitlesel medya, sosyal ilişkileri, politikayı, ekonomi ve hukuk yapılarını dönüştürmüş ve bu ulusların bireylerinin büyük bir çoğunluğu gündelik hayatlarının uzun bir bölümünü bu Yeni Dünyada geçirmeye başlamışlardır. Bu dünyada toplumu sabah akşam haberlere, görüntülere, yayınlara ve seslere boğan, yalnızca bir avuç güçlü, tekelci şirkettir. Artık her çocuğun içine doğduğu dünya, bu dünyadır. “

Bizim ülkemizde de tekelleşme son hızıyla sürmektedir. En zenginlerin toplumdan aldığı pay korkunç derecede artmaktadır. Bu artış en çok da bu iktidar döneminde olmuştur. Şimdi şeker fabrikaları da bu nedenle satılacaktır.

Credit Suisse’nin 2014 yılında Global Wealth raporuna göre verilen rakamlar şöyle: Nüfusun %1’lik en zengin kesimi 2000 yılında toplam servetin %38’ni alırken, aynı kesimin 2014 yılında aldığı pay %54’ e çıkmıştır.

Yine aynı dönemde, nüfusun en zengin %10’unun servetten aldığı pay; 2000 yılında %66 iken 2014 yılında bu oran %77’ye çıkmıştır. 2018 de söz konusu kesimin daha da zenginleştiğini tahmin etmek zor olmasa gerek. Mevcut iktidar, ülkenin bütün kaynaklarını satmıştır. Kamuya ait, taşınır-taşınmaz bütün gelir getiren kaynaklar yerli ve yabancı sermayenin kullanımına sunulmuştur. Böylece halk ötelenmiştir. Milliyetçilik ve din bu işin üzerini örten yorganıdır.

Devlet – sermaye – medya üçlüsünün aynılaştığı bu Dünya da tanınan ve tanınmayan 206 ülkenin tamamı (bunlardan bir-ikisini liste dışına çıkarabilirsiniz belki, Küba gibi.) ve medyasının küresel sermayenin denetiminde olduğu görülmektedir. Bu durum şu ortamı yaratmıştır: Bir tarafta sermaye alabildiğine küreselleşirken, beri tarafta yoksulluk, eşitsizlik ve işsizlik de küreselleşmektedir. Her iki taraf arasındaki uçurum çok derinleşmiştir.

Durum ortada.

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir