DEVLETE DAİR DERİN MEVZULAR

featured
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

DEVLETE DAİR DERİN MEVZULAR

“Derin devlet”, Türkiye okumuş tayfasının –nihayetinde hepimiz aynı gemideyiz- dünya siyasi literatürüne armağan ettiği ve fakat kendisinden başka kimsenin pek de teveccüh göstermediği, hatta çoğu zaman ukala gâvur bilim insanlarının şakayla karışık dalga geçtiği kavramlardan bir tanesidir. Zira memleketimizin entelektüel piyasası dışında dünyanın başka herhangi bir parçasında bu kavramın ne kendisine ne de kullanımına rast gelemezsiniz. Belki nadiren Mısır’da… Darbesi bol, demokrasisi kıt memleket siyasetinde her ne zaman otoriterlik yükselişe geçse, derin devlet, bir analitik araç olarak tedavüle sokulur. Bugünlerde kısmen 12 Eylül darbesinin bilmem kaçıncı seneyi devriyesi dolayısıyla ve daha çok da bir siyasi kişiliğin şahsıyla özdeşleştirilmiş toplumsal faşizm nedeniyle olsa gerek, “derin devlet” deyimi tekrardan düşünsel piyasada dolaşıma girdi. Düşünsel kabalığın ve sığlığın kurtlar vadisi parodilerini aratmayacak derecede yerlerde süründüğü bu analizlerde, ergenekonundan, reisin elini kolunu bağlayan görünmez güçlere kadar her türden filim-kurgusal yoruma rastlamanız olasıdır.

Bir ara tarihsel sosyoloji çalışmaları üzerinden akademide emperyal hâkimiyet kurmuş olan bu anlayış, devlete olmayan burjuvaziyi dahi yarattırmıştı. Devlet eliyle burjuva yaratmak – bugün çok şükür burjuvazimiz olduğu için artık kullanılmıyor- ya da iktidarın totaliter eğilimlerinin biti her kanlandığında dilimize doladığımız “vesayet” terminolojisi de bu sosyolojizmin mantıksal sonucudur ve özünde devlet ile toplumsal sınıflar arasındaki tarihsel ilişkinin reddiyesi üzerinde temellenir. Sınıfı, zil çalınca kapısından girilen bir ‘yapı’ ya da bu yapı içiresinde birbiriyle didişen, yapının kuralları tarafından belirlenmiş yaramaz öğrenciler –failler- gibi algılayan derin devletçiler, ellerinde fener devletin karanlık dehlizlerinde burjuvazi aramaya girişirlerdi bir aralar. Bulamayınca ya da artık ümitlerini kestiklerinde derin devlet denilen, ‘varlığı ve kerameti kendinden menkul’ bir heyula yaratıp onun gerçekten var olduğuna inanmaya başladılar. Sonuçta her türden inancın ortak noktasıdır: Kendin yarat kendin tap.

Belki de mesele, feneri nasıl ve nereye/nereden tuttuğunuzdur. Reisin Türkiye burjuvazisinin temsilcilerine “ne şikâyet ediyorsunuz, ohal sayesinde grevler olmuyor” türünden serenatlarına kulak tıkayanlar; daha yakın zamanda eski enerji, yeninin maliye bakanı damada, ne kadar öngörülü, işinin ehli olduğuna dair övgüler yağdıran tekelci sermayenin en tekelcisi Sabancıların Güler ablasının beyanatlarını duymazdan gelenler, ellerindeki fenerin ışığıyla gözleri kamaşmış halde her yerde bir derin devlet, ergenekon arıyorlar. Bugünün toplumsal faşizmini 12 Eylül 1980 darbesi ile başlatılan sermaye birikim modeli içerisinde her seferinde mevzi kaybederek çıkan işçi sınıfının yenilgisinin sonucu olarak görmeye çabalayacak tarihsel analiz yokluğu/yoksunluğu, faşizmi, reisin ergenokana teslim olması, Devlet Bahçeli, Mehmet Ağar ve bir cümle mafyatik siyasi yaratık üzerinden açıklamaya götürüyor.

Sakallı amcanın devleti burjuvazinin sınıf egemenliğinin aygıtı dolarak ifade ettiği tanımı kadar belki de hiçbir açıklaması bunca saldırıya uğramamıştır. Oysa Marx’ın birbiriyle çelişiyor gibi görünen birden çok devlet tanımından sadece bir tanesidir bu ve benim en içinden çıkılmaz bulduğum “kolektif sermaye olarak devlet” betimlemesidir. Devletin toplumun üstünde/dışında farklı bir ilişkiler alanı olarak bütün sınıflardan, sınıf ilişkilerinden bağımsız siyasal görünümü gerçektir. Ve kapitalist toplumda bu, bütün gerçeklikler gibi bir yanılsamadır. Yanılsama olması devletin bu görünüşünün gerçekliğine zerre kadar halel getirmez. Yasa yapma yetkisini tek elde toplamış, vergi toplama zoru, kredi mekanizmalarının tekeline almış bir mekanizma olarak devlet, sermayenin ve bütün olarak kapitalist üretim ve toplumsal ilişkilerinin yeniden üretiminin asli unsurlarından biridir. Devletin aynı zamanda şiddet kullanma – polis/ordu, her türden istahbarati örgütlenme yoluyla olduğu kadar bugün olduğu gibi doğrudan hukuk yoluyla hizaya getirme-  tekelini elinde bulunduran görünümü, bizatihi üretim ve piyasa ilişkilerindeki örtülü şiddetten ayrılamaz. Ayırdığınız anda sermayenin toplumsal derinliği ile kıyaslandığında son derece sığ kalan bir derin devletle oyalanılması kaçınılmaz olur.

Kolektif sermaye olarak devlet, Hegel’i tersinden okursak burjuva sivil toplumunun ya da daha sol geldiği için tercihe şayan olan jargonla kamusal alanın tikelliğini/anarşik görünümünü bünyesinde tümelleştirip stabilize eden bir yapıdır. Derin devlete değil de kapitalist devlete derinlemesine odaklanıldığında bu devasa yapının burjuva üretim ilişkilerinin ve onun sivil toplumunun aynası olduğu görülür. Sermaye, Spinoza’nın kamusal tanrısı gibi sonsuzca kendini açımlarken, devlet, deyim yerindeyse onun yüklemi değil de sıfatı gibi en sığ şiddet organı olarak görünür toplumsal faşizm ortamında.

Bütün maddi dayanaklarından azade bir soyut faşizm yerine sıklıkla toplumsal faşizm kavramını kullanmam bundandır. Faşizmi salt bir siyasal rejim tipi olarak tanımlamak bizi devletin uyguladığı siyasal şiddeti komplo teorileri üzerinden açıklamaya iter. Faşizmin toplumsallığını ve bu toplumsallığın devlette maddileşmiş halini görememek de devleti işlevleriyle tanımlanan bağımsız mekanizma olarak kavrama yanılgısına düşürür. Bu türden kuramsal yanılgılar, dillendiricisinin niyetinden bağımsız olarak, faşizme karşı olası direniş biçimlerini ya, “bu adam giderse her şey düzelir” türünden postmodern nihilizme ya da mutlak pasifizm cenderesinin içine sürükler. Derin devlet komploculuğu üzerinden siyasi analiz yapmak, birkaç yıl önce Avrupa solunda başlayıp son günlerde Türkiye’ye sirayet eden “otoriter popülizm” temalı tartışmalarda olduğu gibi Trump-Putin-Reis gibi dönemin ruhunu cisimleştirmiş siyasi yaratılardan kurtulmak mı, neoliberal sermaye birikim modeline razı olmak mı gibi politik açmazlara ya da 1960ların sosyal demokrasi modelinden medet ummaya varan nostaljik/muhafazakar ruh haline teşne olmaya götürüyor.

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir