Bizim meslekte (yani eski mesleğimde), dönem dönem rağbet gören kavramlar, bilimsel şahsiyetler vardır. Misal, bir dönem neo-liberalizm acayip kullanım değeri olan bir kavramdı. Neo-liberalizm üzerine yapacağınız çalışma her türden akademik ranta tahvil edilebilirdi. Misal, çok da eski olmayan zamanlarda Spinozacı olmak kariyer basamaklarında hızla yükseltmese de, sizi dokunulmaz yapardı. Yine misal bugünlerde olağanüstü halin de verdiği gazla, faşizmin kuramcı/savunucularından Carl Schmit müthiş prim yapıyor özellikle sol akademik camiada.
Sanayi burjuvazisi mali-finansal sermayeye göre güdük kalmış memleketlerin akademisyeninin kahir ekseriyeti de rantçı oluyor eşyanın doğası gereği (tabi eşyanın bir doğası varsa). Hangi kavram veya düşünüre meyletmek prim yaparsa ona yatmak (yatırım yapmak), akademik piyasadaki küçük burjuva aydının genel eğilimidir.
Arapçada, bu bilimsel yaratı tipine uygun düşen, “tarlasını sırtında taşıyan adam” deyimi kullanılır: Yağmur nerede yağıyorsa, akademik bereket neredeyse oraya koş! Kürtlerin edebiyatı bu kadar kuvvetli olmadığı içi son derece kaba biçimde, “tırşıkçi” tabiri kullanılır bunlar için.
Bir de “kamusal alan” gibi hiçbir görgül deneyimle örtüşmeyen, her devir prim yapan gizemli ve spekülatif kavramlar vardır. Bu niteliğiyle kamusal alan sosyo(ideo)loğun elinde bulunmaz bir nimete, zaten soyut ve spekülasyona müsait, öncelikli gayesi düzeni sağlamak olan hukukun nazarında başka bir gizeme bürünür. Yaşı yetenler, türbanın devlet dairelerinde yasak olduğu zamanlarda, kamusal alan kavramının enflasyonist kullanımını hatırlayacaklardır.
Sosyal bilimci denilen yaratının kavramlarla ilişkisi, imanlı bir kişinin tanrıyla ilişkisine benzer. Sosyolog kavramı yaratır, ona tapar; kavram onun elinde kerameti kendinden menkul, her kapıyı açan, hikmetinden sual olunmaz bir hal alır. Kamusal alan mefhumu da bu tür her derde deva, sosyologun düzen ihtiyacına ilaç olan kavramlardandır.
Sadede geleyim: Bilindiği üzere Mersin’de yaşanan, Özgecan’ın katledilmesi davasında Yargıtay ‘dolmuş’u kamusal alan olarak kabul etmediği için yerel mahkemenin verdiği cezayı fazla bulup geri göndermiş; Yargıtay hakimleri ile yerel hakimler arasında kamusal alan üzerine acayip bilimsel atışma yaşanmış anlaşılan. Hukuk ideolojisi aslında zaten toplumsal olarak geçerli olanının, yaşananın lafzından öte bir şey olmadığı için, bu türden kararlar sadece aklımızla değil vicdanımızla da dalga geçer gibi görünürler. Hukuk, yasa yapıcıları ve uygulayıcılarının vicdanı ile bu katliamı yapanların vicdanı arasındaki benzerliği örtbas etmek için vardır. Bu karar bir kez daha hukukun gayrı-insani niteliğini, bu cinayeti işleyenler ile dolmuşun kamusal alan olup olmadığı üzerinden yaşama değer biçenlerin soğukkanlılığını gözler önüne serdi.
Hukukun cübbelileri keşke bilirkişi niyetine bizim tırşıkçi cübbelilere sorsalardı dolmuşun kamusal alan olup olmadığını. Neyse, onlar sormasa da bizim cübbeliler, durumdan vazife çıkarıp, ‘kamusal alanın yeni yüzleri üzerine’, ‘kamusal alan olarak dolmuş içi ilişkiler üzerine bir okuma’ ve benzeri başlıklı ne makale ve tezler yazarlar ama.
Ben de bilirkişi niyetine üstat Habemas’a dolmuşun kamusal alan olup olmadığını sorma niyetindeyim ama yanıtı duyar gibiyim: Dolmuş ne ki la?
Unutanlar için hatırlatma olsun, Habermas kamusal alan üzerine ilim sahibi ulu bir kişidir.