Bir gün solacağını bile bile nasıl çiçek yetiştirir insan?
Öyle güzel yetiştirir.Tohumun, toprakla temas ettiği o ilk anın heyecanını duya duya,cansuyunu dökerken,bir hayat sunacağı hayatı seve seve, tohumun ilk fışkırmasını mutlulukla izlerken,her sabah kalkıp ne kadar büyüdüğünü görme arzusunu durmadan besleyerek.O çiçekler büyüyecek güçlenecek,huzur ve güç verecek.Biz de verdiğimiz emekten ötürü gururlanıp seyredeceğiz.Bakmalara doyamayacağız.İşte o doyamadığımız bakmalar, salt çiçeğin güzelliği,yaprağının yeşili yahut içine çektiğimiz kokusu olmayacak elbette.Biz kendimizi seyredip,can vermenin ,hayatta tutmanın,güneşle buluşturmanın keyfine dalıp,emeğimize alkış tutuyor olacağız aslında.Ve bir gün,her güzelliğine şahit olduğumuz o çiçekler solup gidecek ama kimse arkasından yas tutmayacak.Harcadığı zamana ve emeğe ah etmeyecek. Olması gerekende budur.Elinden geleni yaparsın ve sonu beklemedenkeyfini çıkarırsın gidişatın.Son geldiğinde kaybetmek ve bir daha göremeyecek olmak buruk olsa da vedalaşırsın ve film biter.
Biz,insanoğlunun en merkezi döngüsü bu olsa gerek.Her eylemimiz,her duygumuz,yaşadığımız her ne varsa,bu döngüden kaçamayacağımız aşikar.Asıl mesele, daha doğrusu bizim mesele haline getirdiğimiz asıl durum ise,sonları başlangıçlara bulaştırmak.Tüm başlangıçlar güzeldir.Çünkü en saf en temiz en doğal halimizle yol alırız bütün başlangıçlara.İstemenin ötesinde bir dünya yoktur hiç bir başlangıçta. Yalnız gidişat ve son başlangıçlara hep uzak düşer nedense.Hiçte saksı seçmeye,tohum bulmaya yahut özene bezene kokladığımız o çiçekleri büyütmeye pek benzemiyor işte.Emek ve zaman harcadığımız şey, ete kemiğe bürünmüş,düşünme yetisine sahipse, iş tamamen değişir.Sorgusuz sualsiz büyümesini seyredip, cansız varlığa dönüştüğüne kurumuş dallarıyla bir köşeye gönül rahatlığıyla bıraktığımız o çiçeklere sunduğumuz koşulsuz sevgi,mesele insansa hiç te huzurlu olmuyor.
Dostluğa,arkadaşlığa,aşka,evliliğe hatta çocuk büyütmeye başladığınız anlardaki heyecanı bir hatırlayın.Büyüttüğünüz ve büyüdüğünüz duygulara bir dönün,herşeyin ne kadar yerli yerinde olduğunu,görmenin,dokunmanın,paylaşmanın,zaman harcamanın,vakit geçirmenin en keyifli,en kıymetli zamanlar olduğunu anımsayacaksınız.Güzel girişlerin güzel gelişmeleri olur.Zaman güzelleşir,hayat güzelleşir,gökyüzü aydınlanır,yıldızlar çoğalır ve biz durmadan yorulmadan, soluksuz akarız.Öyle fırtına misali değil yavaş yavaş doya doya güçlenerek;lakin bu akışlar her zaman okyanusa dönüşemeyebilir ki çoğunlukla da dönüşmez.Bir vakit gelir ve büyüsüne kapıldığımız bu ilişkiler bir sonla çıkıp gider hayatımızdan. Ve nedense biz, öyle saksıyı bıraktığımız gibi sessiz sedasız,ahsız,vahsız veda etmeyiz,edemeyiz.Bazen o ilk güne lanet eder bazen ilk merhabaya beddua ederiz.En kötüsü, en tuhafı ,en garibi ise harcadığımız zaman ve emeğe ettiğimiz ahlardır.Önce kendimize kızar epeyce paralar sonra
o kıymet bilmeyen insan evladına sövüp sayarız.Doğal mı?Doğal.Doğru mu?Çoğunlukla hayır…
Hayat bizi her evresinde ayrı ayrı uğraştırıp hırpalamıyor mu?Hayal kırıklıkları,başarısızlık,yenilgi,hata vs.. her daim karşımıza çıkmıyor mu? Ve biz her düşüşümüzde yeniden yeniden ayağa kalkmıyor muyuz ve kalkarken emek ve zaman harcamıyor muyuz?Peki bunu neden bize güzel zamanlar bahşeden,şu karanlık çağda yüzümüzü güldüren,bizi mutlu eden insanlara çok görüyoruz,çünkü kabul etmesek te benciliz.Emek harcadık illa O da karşılığını vermeli.Zaman harcadık.İlla O da zamanını bana ırakmalı.Sevdik.İlla o da sevmeli hatta daha çok.Hepsi biraz bencilce.
Sevin,paylaşın,bölüşün.Harcayabildiğiniz kadar zaman,harcayabildiğiniz kadar emek,verebildiğiniz kadar yürek verin.Asla başa dönmeden,karşılık
beklemeden,incitmeden,kırıp dökmeden.İncinmemenin hayatı üzmemenin,ayakta durabilmenin yegane yolu bu.Çiçekten beklemediğinizi, insandan da
hiç ama hiç beklemeyin.Elmanın her zaman sizi sevmesi şart değil yani.
Şart değil vesselam…