EKLEKTİK

featured
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Ya, mayıs şöyle dursun,ocağı bile koltuğumuzda karşılarsak…

Bir politikacının asla ağzına alamayacağı bu cümle, bir septiğin dilinden dökülebilir ancak.Septik olmayı Orta Doğulu klişesine dönüştüren biz yurttaşlar, şimdi, şu an, şu vakit, duvarların escort masöz Bursa ötesini düşlerken, zamanın cebirsel ifadelerine sığınarak, kendi distopyalarımıza tam da yol almaya başlamışken, kuş seslerine yenik düştük.

Sabah mı, öğle mi bilmem ama akşam olmadığına eminim. Saate bakmayalı epey zaman oldu çünkü.Takvim,saat,harita…
gün,saat,dakika…
ülke,şehir, liman…
hep karıştı birbirine. Derken bir cumartesi gününün, bilmediğim herhangi bir saatinde, daha önce hiç koklamadığım bir nefese değdi nefesim, duvarlara sıkışmış tüm benzerlerim gibi.Uyumanın ve uyanmanın ortasında, sosyal zehirlenmeleri bertaraf etmiş eylemleri unutturan, biraz Chopin esintilerini andıran biraz da Maria Callas sesine yol aldıran, bir kahraman edasıyla her bir yerden ayrı solunduran tertemiz, doyulması epeyce güç bir hava.

Duyularımızın çalışma mekanızmasına konu olan enstrümanlar biraz değiştiğinden midir, yoksa elde etme kaabiliyetlerimizin azalmasından mı bilinmez ama bir daha görme şansımızın olmayacağı, yüz yüze asla konuşamayacağımız, bir kez olsun dokunamayacağımız,koklaya koklaya sarılamayacağımız ve saatlerce dinleyemeyeceğimiz ihtimali olan pek çok şeye sahibiz ve bu sahiplik şu günlerde epey korkunç.”Daha kötüsü ne olabilir” sorusunu sıkça dillendirdiğimiz birkaç ay öncesini düşünürsek, pusun artmasını, elzemlerimizin çokluğuna mı, basitliğine mi, hangisine saysak tutuşacak gibi, biraz yarınsızlık biraz da cesaretli buhran gibi, öyle karmaşık, öyle temkinsiz.

Bir sürü, bir sürü bilgiler dolanıyor, bir sürü sorular, bir sürü yanıtlar, bir sürü filmler,bir sürü kitaplar, bir sürü fotoğraflar, bir sürü yemekler, ekmekler ve bir sürü yarış. Boğulmamak imkansız. En sakin dönemini yaşama fırsatını yakalamışken, hiçbir şeyden eksik kalmama telaşesine düşmeler, adeta koşa koşa kendini keşfetme sanrısına sığınarak, emekleme dönemini atlatmadan yürümeye başlamalar, yeniden hayata gözlerini açan, üstelik bu gerçekliğin bir karmaşadan ibaret olduğunu idrak edemeden büyümeye çalışmalar,sonra en başa dönüp yorulmalar, sıkılmalar, tembelliği anımsayıp korkmalar ve yeniden hevesler, heveslenmeler.

Öte yandan tek kurşuna bakıyor hayat dedirttiren vurulma görüntüsü. Yoksa perde daha da kapandı mı? O çocuk, dizlerini silkeleyip yeniden kalkamayacak mı? Bir ızdırabı dindirmeyi beceremeden, bir yenisine başlayamayacak mı? Ya perdeyi aralayıp, sessizce bir cinayeti izleyen o gözler yenisi için duvara daha mı çok sıkışacak? Peki daha çok sıkışırsa, yeni kitaplara yahut filmlere sarılıp, perdeyi aralama hızını mı yoksa aralık mesafesini mi hesaplayacak? Ve sonuç ne olursa olsun, hep 17 yaşında kalacak olanların mirası, bir tek “arşiv” hanesine mi konu olacak.”Nefret”, sevmekten daha güçlüyse, cenneti kimler, nasıl paylaşacak?

Eklektizmi fazla pragmatik bulanlar olmuştur yıllar boyu. Oysa, salt içinde bulunduğumuz süreci değerlendirerek, artık bir eleştiri konusu olmasından ziyade,yeni bir dönem yaşandığının ve uzun yıllar yaşanacağının kaçınılmaz olduğu aşikar.Sanattan edebiyata, kültürden siyasete kadar, meşgul olduğumuz her mevzunun kendi içinde karmaşık, bir o kadar katmanlı olduğunu tanıkladığımız yeni bir çağdan söz edersek, ortaklaşmaya çok daha yakın olduğumuz müjdesini vermekten keyif duyarım; lakin bu keyfin, arşivleri değiştirecek gücü olmamasını en az 17 kez hafızamda tutarım.

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir