Mersin’deki yaz aylarını yaşayınca, yıllardır Eylül ayını daha çok sever oldum.
Eylül ayının ortasını geçmemize rağmen yazdan kalma günler yaşıyoruz, hala.
Biliyoruz; gece ve gündüzün eşitlendiği 23 Eylül’dür sonbaharın başlangıcı aslında…
Biz yine de, takvime uyarak, hazan mevsiminin başlangıcını 1 Eylül olarak kabul ediyoruz.
1 Eylül, hazan mevsiminin başlangıcıdır, tüm acı olayları, sevinçleri barındırır kendi içinde.
Yüreğimizde ve hafızamıza yerleşmiş bir takım acı olayları, sevinçleri de hatırlatır durur.
Bir kasvetli hava, bir hüzün oluşur yüreklerimizde.
Yapraklar bu yüzden sararır, birer birer düşer toprak ananın kucağına hüzünle.
Her Eylül ayı geldiğinde, sallanan sararmış yaprakları seyreder, daha sonra gözlerini yumar, geçmişte yaşananları canlandırırım zihnimde…
Sadece Eylül değil, her ayın öyküsü ayrıdır, saklıdır kendi içinde, hüznünü beraberinde barındır.
Mesela, 1 Eylül Dünya Barış Günü”nden başlarım Eylül ayını zihnimde canlandırmaya…
Önemli ve anlamlı bir gündür benim için, barışa hasret bu topraklarda.
Sonra geçmiş yıllardaki Adli Yıl açılışlarını anımsarım…
Her Adli Yıl açılısı, benim gibi hukukun gücüne, bağımsızlığına inanan herkesi heyecanlandırır, Yargıtay Başkanının konuşmasında ne diyeceği merak edilirdi. Çünkü, geçmiş yıllarda Yargıtay Başkanları’nın konuşmaları birer Hukuki Manifestoydu…
Adeta ülke siyaseti üzerinde bomba etkisi yaratırdı.
Bu nedenle, geçmiş yıllarda 6 Eylül’de kutlanan ve artık 1 Eylül’de kutlanmaya başlanan son dönemlerdeki Adli Yıl açılışları, artık hiç mi hiç ilgimi çekmiyor. (o zaman bile tam bağımsız değildi, yarı bağımsızdı, bu benim değerlendirmem)
Mesela, 5-6 Eylül olayları!..
Benim açımdan trajedik bir olaydır, içimde bir güz sancısıdır!
Bin yıllardır aynı topraklarda yan yana, iç içe yaşamış halklar; koparıldı birbirlerinden, köklerinden, topraklarından…
Geriye gözyaşı, yarım kalan aşklar, kırılan kalpler, hayal kırıklıkları kaldı hatıralarda…
12 Eylül Askeri darbesi bu ülkenin aydınlıktan karanlığa savrulduğu milattır. Çok acılar yaşandı, yakın tarihtir, yarası henüz tazedir. (Bununla ilgili konuya bir önceki yazımda değinmiştim, yeniden uzun uzun anlatmayacağım.)
Mesela, demokrasi, barış ve özgürlük mücadelesindeki kararlılığında asla ödün vermeyen iki güzel insan sevgili Hrant Dink’in doğum günü, sevgili İbrahim Ayhan’ın da ölüm günüdür Eylül ayı, bu yüzden sevinç ve hüzün bir arada.
Her ikisinin anısına ve mücadelesine saygıyla- özlemle, diyorum!
Aslında yaşananlara bakınca, Eylül ayının da farkı yok diğer aylardan.
Düşünüyorum ve işin içinden çıkmaz bir haldeyim.
Bir kâbus gibi çöreklendi üzerimize siyasal gudubet.
İçine girdiğimiz bu hulyadan uyanabilecek miyiz, bilemiyorum?
Zaman her şeyin ilacıdır, diyorlar, ben demeyeceğim.
Gittikçe savruluyoruz karanlığa.
Umarım, üzerimize serili ölü toprağı toplum olarak tez zamanda atarız.
Daha barışçıl, daha demokratik, daha çağdaş, hukuka bağlı, daha yaşanır bir coğrafya ve bir dünyaya uyanırız.
Bitirirken…
Eylül ayı deyince yine…
21 Eylül benim doğum günüm, sadece bu gün hayatta olmayan annem gelir aklıma!
Ve bir de…
Gençliğimiz de dinlediğimiz ve halen de severek dinlediğim Alpay’ın o muhteşem sesiyle yorumladığı “Eylül de Gel” ve Yıldırım Gürses’in seslendirdiği “Düşen bir yaprak görürsen, beni hatırla demiştin, biliyorsun seni ben sonbaharda sevmiştim” şarkısı düşer aklıma.
Eline yüreğine emeğine sağlık keko