FAŞİZMİN İNSAN HALLERİ VE MERSİN ÜZERİNE ASABİ BİR YAZI / ATİLLA GÜNEY YAZDI

featured
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

 

En az memleket kadar acayip, anlaşılması zor, solcusu bol, burjuvası evlere şenlik Mersin, her haliyle memleketin burnundan ‘hık demiş düşmüş’ bir matruşkaya benziyor. Memleketin halleri gibi, neresinden tutsan elinde kalacak. Ömrü kısa, kendine güveni sonsuz cumhuriyet gibi tarihsiz bir kenttir en sonradan olma, en sonradan görmesinden. Memleketin ekonomisi inşaat üzerinden gururla dillendirilen büyüme oranları tuttururken, Mersin de, neredeyse inşaat ve ona bağlı yan sektörlerden başka iktisadi faaliyet yok gibidir. İnşaat sektörü çökse kent esnafının yarısını beraber götürü herhalde.

Gerçek hiçbir sanayicisi olmayan Sanayici ve İş Adamları – ne demekse – derneği ile Türkiye burjuvazisinin ahval-i pur melalini göğsünü gere gere temsil eder sevgili kentim.  Kayıt dışı ekonomide bir numaradır; arsadan, araziden, araba alım satımından kaçakçılığına, her türlü spekülasyonda ön sıraları kaptırmaz.. Kadın cinayetlerinde, tacizde, ‘Özgecan vakası’ ile memleketin de önüne geçip ipi ön sırada göğüslemiştir. Çocuk işçi çalıştırmada, tarımda kayıt dışı istihdamda, memleket ortalamasının da üzerine çıkar. Ücretlerin en düşük olduğu kent, işçi cinayetlerinde ilk beştedir örneğin .

Solcusu da çoktur Mersin’in. Söz gelimi sol sendikaların, taşra kentleri nazarı dikkate alındığında en güçlü olduğu mahaldir. Ama koşullar elverdiğinde tabanları yağlayıp sendikasını terk edenlerin sayısının çokluğunda da birinciliği kaptırmaz. Memleketin umumunda olduğu gibi bolca gazeteci, özgürlükçü-demokrat avukatı, yüce türk adaletinin şefkatli kollarına teslim edip sessiz sedasız cezaevlerine göndermiştir Mersin ve bu bol solcuların kahir ekseriyetinin zavallı ruhları kıpraşmamıştır bile. Sayıları beşyüzün üzerinde ihraç vardır KESK-DİSK toplamında. İlk tepki, ihraç edilenlerin telefonlarını silmek, facebook arkadaşlığından, twitter takipçiliğinden çıkarmak olmuştur onca dayanışma nidaları arasında. İhraç edilenler de Mersin’in havasından suyundan almış olsalar gerek ki, kendi haklarını aramaya gelince ara ki bulasın. En son eylemde otuz kişiydik örneğin.

Türkiye Cumhuriyeti, hem gözü hem gönlü obur bir küçük burjuva sınıf üzerine temellenmiştir. Bu anadan doğma spekülatör küçük burjuva güruhundan bol bir şey bulamazsınız Mersin’de. İktisadi anlamda spekülasyona rahmet okutacak derecede bir düşünsel spekülasyona da rastlarsınız; zira hem entelektüeli hem entelektüel piyasası da oldukça hareketlidir borsa misali. Günün her dakikası, her saati mekan sınırlaması tanımaksızın en çok konuşulan paradır bu kentte. Doğrudan üretim alanından değil de dolaşım alanında konumlandığı için, emeğin metadan soyutlanmış en spekülatif haliyle para tanrısıdır küçük burjuvanın.

Niye bu kadar azaldık diye serzenişte bulunuyorum. Yanıt, korkuyorlar herhalde…

Küçük burjuvazinin bütün yaşamsal korkularının, arafta olma halinin, hiç bir zaman gerçek burjuva olamama ümitsizliği ile her an işçi sınıfı saflarına düşme korkusunun yarattığı travma hali,  asla ulaşamayacağı sınıfa duyduğu hayranlık ile her an girdabına kapılacağı işçi sınıfına duyduğu nefret karşısındaki hezeyanının bütün yansımalarını bulabilirsiniz bu şehirde. Mersin korku üreten bir kenttir.  Bu faaliyetin en paketlenmiş steril ürünü de entelektüeldir.  Küçük burjuva ideolog aydın, pratikte sömürü ve sermayenin tahakkümü karşısında kahredici bir sessizliğe konumlanırken, kuramsal düzlemde muhatapsız bir bulanık radikalizm havuzu içinde debelenir. İçi doldurulamayan bu radikalliğin imdadına, Nietzscheci aforizmalar yetişir. Mersin’lilerin – ya da uzun zamandır Mersin’de ikamet edenlerin- en sevdiği şey aforizmik muhabbettir. Aforizmik söylem tarzı otoriter entellektüelizmin belirgin özelliğidir. Nasıl olmasın ki, zira entellektüelizm popülizmin diyalektik tamlayanadır ve ikisi de otoriterlikten beslenir, otoriterliği yeniden üretir.

Marx’ın tiye aldığı demokrasi ve onun iktidar ilişkileri, küçük burjuva hesapçılığının buzlu sularında çözülüp giderken, FAŞİZM yeniden tarihin tini oldu. Sakallı amca Komünist Manifesto’da, bugün tez canlı solcu entelijensiyanın dört elle sarıldığı faşist Schmitt’in aksine, yüzyıl öncesinden demokrasinin ‘istisna’, faşizmin kapitalizmin normal hali olduğunu ilan ederken, bu normalliğin, sınıfını kaybetmiş de bulmaya çalışan devasa bir küçük burjuva yığına dayandığını serinkanlıca dillendiriyordu. Kapitalizmin neredeyse itici gücü olan rekabet, tahakküm eden sınıflar ve iktidardan önce madun sınıfları birbirinden korkulacak düşmanlara çevirir.

Bu satırları, üst perdeden sallayan sinir bozucu bir aklı evvelin serzenişi olarak değil, bir küçük burjuvanın itirafları niyetine okumanızı temenni ederim. Zira yıllarca üyesi olduğum eğitim-sen kortejlerinde bile ‘zafer direnen emekçinin olacak’, sloganını ‘ama ben emekçi değilim ki küçük burjuvayım’ iç geçirişiyle utangaçça ve biraz da gerçek emekçiler karşısında duyduğum mahcubiyetle atmışımdır.

Yani sözün özü, bin-bir türlü hali olan korku bireysel değil sınıfsaldır ve küçük burjuvalar, hele de solcu olanı, hem de aydın geçineni bu evrenin en korkak sınıfıdır, tarihsel olarak. Ve faşizmin çarkı devranına su taşıyan şu her fırsatta aşağıladığımız, ‘cahil-cühela’ değil bizleriz aslında.

 

 

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir