Bazen düşünüyorum ve içimdeki dost sese yönelip şöyle diyorum:
“Ben, öyle okkalı bir köşe yazarı değilim… Artık bir şeyler yazmamayım… Bu son yazım olsun ve inzivaya çekileyim”.
Aradan birkaç gün geçiyor ve birden, “Sen yazmazsan, ben yazmazsam, o yazmazsa… Nasıl çıkar karanlıklar aydınlıklara” dizeleri çok fena baskın geliyor, yazmamaya dair kararıma…
Elinizde değil, olaylara Fransız kalamıyorsunuz.
Efendim benim eğitimim Fransızcaydı…
Yanlış anlaşılmasın. Saray şehzadeleri gibi, Fransa’dan getirtilmiş özel hocaların, Lalaların gözetiminde bir eğitim değil bizimkisi.
Bildiğimiz devlet okulu.
Aslında isabetli bir karardı.
Demek ki Milli Maarif, o zamanlar bölgemiz üzerinde sağlam etüt yapmış.
Çünkü Fransızca konuşma yapısı ile bizim konuşma yapımız gırtlak gırtlağa birebir uyuyordu.
Müfredat 29 harf üzerine kurulduysa da bu uyum sebebiyle, 29 harfe ilaveten XWQ harfleri ile birlikte kurduğumuz hayaller ve arkadaşlarla yaptığımız diyaloglar, yasal olmayan yollarla 32 harf üzerinden kurgulanıyordu. Yalnız resmi konuşmalarda 29 harf kuralına uymaya dikkat ederdik.
İstersen etme!
Bir hocamızın çok sıkı tembihiydi: “Bazı şeylere Fransız kalın ama toplumu ve yaşamı derinden olumsuz etkileyen her türlü gelişmelere Fransız kalmayın”.
Bu tembihin vicdanımda yarattığı sıcaklık beni o gün kendisine sıkıca düğümlemişti.
Fransızlara, kültürlerine karşı hayranlığım o günlerde başlamıştı.
Bazı olaylara karşı da Fransız kalamamama alışkanlığım da keza o günlerde başlamıştı.
HDP’LİLERİN, KÜRT HALKININ NEVROZ COŞKUSUNUN NEDENİ BİR ‘DAHİ’ BULDU!
Kendinizi mizahın tam orta yerinde bulmanız için fellik fellik koşturmayın derim.
Mesela Türkiye siyasetini takip edin. Bunun için TV’lerdeki tartışmaları izlemenizi yeterli görürüm.
Tam bir kara mizah bizim siyaset arenası.
Canımın çok sıkkın olduğu bir anda, Aziz Nesin’in öyküleri gibi imdada yetişiyorlar.
Kahkaha atmaktan bayılacak oluyorsunuz.
Mesela ismini ve partisini vermeyeyim, tabi ki reklama girmesin diye, anlattığım surette sanırım siz cuk diye tanımlarsınız kim olduğunu…
Şimdi bu şahıs, doğu bölgesinde kalabalık kitlelerin katılımıyla gerçekleştirilen Nevroz etkinliğine dair şu sözleri sarf ediyor:
“Şimdi sevinç içinde oradaki halk. O 6 buçuk milyon, HDP kapatılıyor diye sevinç içinde. Bunu görün”. Bu absürt ötesi sözler ile kendince Nevroz’daki coşkuyu boşa çıkartmaya çalışıyor. Kimden bahsettiğimi anladınız sanırım. TV’de naklen bile seyretmemiş iseniz bu cümbüşe illa sosyal medyada yapılan paylaşımlardan denk gelmişsinizdir. Hem gelmemiş olsanız bile sürekli benzer olayları hep aynı balçıkla sıvadığı için daha önceki marifetlerinden bu sözlerini okuduğunuz anda gözleriniz hemen kendisini resmedecektir.
Sizi bilmem, ama ben deyim yerinde ise inanın gülmekten yerlere yattım. Siz buna gülme krizi de diyebilirsiniz. (Bir tür tragedya)
HAVANDA HİÇ SU DÖVMEDİK AMA…
Bizim toplumun balık hafızalı olduğunu söylemişti, çok önemli bir şairimiz. Bern bu sözü okuduğum günden beri olaylara, gelişmelere dair ufak notlar almaya çalışırım. Kendi halimde bir ufak arşivim vardır.
Yine son 20 yılda yaşadıklarımıza dair önemli gelişmeleri aldığım notlar sayesinde kronolojik sıralamaya koydum. Bunu yapmak için bir amaç edinmemiştim. Tek bildiğim bu koronalı günlerdeki koca can sıkıntısı yaşadığım evin salonunda bir şeylerle meşgul olmak. Bu tür şeylerle uğraşmak beni zinde de tutuyor. O gün fotoğraf makinalarının kadrajına takılmış fotoğraf kareleri canlandı gözlerimin önünde.
Birden çocukluğumuzda yaşadığım havanlı günler geldi aklıma.
Siz hiç dövdünüz mü, bilmiyorum ama çocukluğumuzda, annem ya karabiber, ya sarımsak, ya da başka bir şeyler döverdi un ufak oluncaya kadar, havaneli ile bakır havanda. Zaman zaman havanı bizim elimize de verirlerdi, elimiz işe yatkın olsun, ev işlerine bir katkımız olsun diye.
Bazen de sırf muziplik olsun diye çocuksu ruh haliyle alırdık, havaneli ile içi boş havanı döver dururduk. Nedense bir türlü içine su koyup dövmek gelmiyordu çocuksu aklımıza. İleriki yaşlarda “Bunlar hep bugüne kadar havanda hep su dövdüler” suçlamasıyla karşı karşıya kalmamak adına belki de içgüdüsel bir tesadüftü bu.
Hiçbir zaman birilerinin yaptığı gibi havanda su döverek bugünleri hayal etmedik. Dopdolu, demokratik, çağdaş, özgür ve barış içinde bir yaşamı hayal ettik ve heybemizdeki imkanlar ile bunun mücadelesini vermeye çalıştık. Yani, sürekli havana bir şeyler koyup havanelini öyle salladık içi dolu havanlara, tahayyüllerimiz uğuruna.
Hep yerimizde saymışız.
Ülkeyi bugüne kadar yönetenler, yönetmeye aday olanlar, sürekli bir şeyler yapıyormuş gibi görünüp ama sürekli havanda su dövdüler. Siyasal, sosyal ve de ekonomik alanda hep patinaj yapıp durdular. Hatta mehter takımı gibi bir ileri, iki geri adımlayarak bugüne kadar ülkenin bütün yaşam alanlarını ellerinde tuttular, zehir ettiler.
Yaşadığımız olayları sizlerde görüyor, biliyor, işitiyorsunuz. Her birini buraya tek tek yazmaya kalksam, buna hiçbirimizin zamanı yetmez. Ama sizde en büyük etkileri yaratan olayları, depremleri, yıkımları ara ara da olsa düşünerek hafızada kalıcılığını sağlayabiliriz. İnanıyorum ki bunu yapmaya hepimizin zamanı yeter.
Nazım’ın yazıya en uygun düşen dizesi ile hoşça kalın!
“Büyük insanlığın toprağında gölge yok
sokağında fener
penceresinde cam
ama umudu var büyük insanlığın
umutsuz yaşanmıyor.”