Bezuvar Dergisi’nden alınmıştır…
Gece kapalı bir kutuymuş. Konuşmaz, tüm seslere sessiz kalmakta direnirmiş. Sesler kesilmek bilmez, gecenin kendilerine ses vermesini istermiş. Ondanmış her defasında gecenin ani çığlıklarla bölünmesi. Gece neden tüm seslere sessiz kalır, gece neden hep karanlık, gece neden hep uyur kimse bilmez, anlayamazmış. Kimse anlamasa da, herkes gecenin kör sağır ve de dilsiz olduğunu düşünse de, gece onları uzaktan izler ve yine susarmış.
Hiç kimse en çok geceleri özgür olduğunu görememiş. Gün ışığında yapmaktan, söylemekten çekindiği ne denli çok şey varsa, yapmak ve de söylemek için hep geceyi beklediğini, her şeyi geceye sakladığını fark edememiş. Herkes umursamadığını düşünse de, gece dinlermiş her şeyi bir bir.
Tüm sırları bilirmiş. Üzülürmüş insanın içten içe büyüyen çaresizliğine. Gündüzleri güçlü görünenlerin gece ağlama seslerini, feryatlarını, yakınmalarını, korkularını dinler, gözyaşlarını izlermiş. Bilirmiş insanın kendini gündüzden sakındığını. O yüzden hiç ses etmez, sırf rahat olsunlar diye ne ses çıkartır ne de ışık yayarmış. Arada yıldızları gösterirmiş karanlığın içinden umut etmeyi bilsinler diye. Bir ışık olsun diye. Oysa yine de insan en çok geceleri özgürmüş.
İnsan en çok gece kendisiymiş. İnsan en çok gece sol yanını dinlermiş. O yüzden gece hep
yaraları ile uykusuz ve de sessiz kalırmış. ‘’Sabaha karşıydı kapıyı vurduğunda. Saat kaçtı,
gece yarısını kaç geçiyordu hiç bakmamıştım. Akıl edememiştim belki de. İnsanlar genelde
gece yarısı çalan kapıya telaşla uyanır, saate bakarlar. Kokutur gece yarıları vurulan kapının
sesi, oysa beni hiç kokutmamıştı. Biliyordum sanki o olduğunu. Sözleşmişçesine sakince
kalktım, kapıya doğru yürüdüm. Kim o diye bile sormadan açtım kapıyı. Rüzgâr doldurdu içeriyi.
Karşımda onun uzun boyu. Doğrudan gözlerime bakan gözleri… Köşeye çekildim, içeri girdi ağır bir adımla. Hiç beklemeden üstünde montuyla koltuğa oturdu. Ayakkabılarına takıldı gözüm. O ağır adımda fark etmemişti. Özür dileyerek çıkardı. Ses ilk ondan çıktı, odayı doldurdu. Oda soğuk, oda onunla daha bir yalnızdı. Karşısındaki koltuğa geçip oturdum. Bakışlarım yüzünde her bir çizgiyi inceden inceye izliyor tanımaya çalışıyordum. Unutmuş muydum? Evet unutmuştum. Görmeyeli hayli zaman olmuştu. Bir gün çıkıp gelecekti, hep biliyordum.
Ondandı kapıyı umarsızca ve korkmadan açışım. Gecenin bir yarısı çıkar gelirim demişti. Kapın çalınırsa sakın korkma demişti. Benim demişti. Bu deyişlerinin üzerinden ne kadar zaman geçti hesaplamaya çalışıyordum. Başımı yaslayıp koltuğa tavanı izledim. Gözlerimi kapayıp geçen ve değişen günleri düşünüyordum. Geçip gitse de günler, değişmemişti hiç bir şey. Kızgınlığım, kırgınlığım gelip oturdu içime. Sinirleniyordum. Başımı alıp koltuktan yüzüne baktım. Her şeyi bir çırpıda söylemem gerek biliyordum…
Uyumuş… Alaycı gülümsedim Kalkıp odaya gittim. Sıcaktı yatağım hala.
Uzandım. Karanlık… Kapının camından yansıyan ışıkla oynayıp, uykuma daldım. Korkularım, kâbuslarla hayat buluyordu oysa. Uykularımı bölüyordu. Uyandım. Bakışlarımı ışığa çevirdim. Hala açıktı, uyanmamıştı demek… Ne olacak şimdi diye soruyordum, ne olacak. Nerden devam edecek. Kaldığı yerden mi yoksa geçip gittiği ve benim yeniden başladığım yerden mi. Döndüm kaldığımız o yere, düşlerimi zorladım. Düşlerim
zorlanmaktan yorgun. Bırak bizi dedi. Rahat bırak. Düşlere de sığınamadım. Üşüttü korkular.
Gözlerimi kapamaya korkuyordum. Kâbuslar yürüyordu üstüme. Ne olacaktı şimdi?
Sabaha kadar dört dolanıp sorduğum; ama yine de cevap bulamayacağım bir soruydu bu biliyordum.
Gidip ona sorsam diyordum. Kalktım ani bir hırsla, kapıya ulaşınca duraksadım. Kapıyı yavaşça aralayıp, aralıktanbaktım ona. Uyuyordu hala. Kâbuslarla bölünmüyordu demek ki uykusu. Hala düş görebiliyordu. Üşütmüyor, ısıtıyordu düşleri onu. Hala bırakmamışlardı. Nasıl bu kadar huzurlu uyuyabiliyor diye sordum kendime.
Haksızlık diyordum. Haksızlık… Uykusunu kıskanıyordum apaçık. Gidip hızlıca
sarsıp uyandırmak, al düşlerini ve çık git demek istiyordum. Bir daha dönme diyesim vardı.
Yapabilir miyimdim, bir kerede sakınmadan söyleyebilir miydim emin değildim. Söylerdim
elbette. Karar verdim o an; çünkü uykularımı ve düşlerimi geri istiyordum.
Yanına gidip, git dedim. Duymuyordu beni. Biraz daha yükselterek sesimi yeniden söyledim.
Git… Yine duymamıştı. Bağırıcısına git dedim üçüncü kez. Git…Uyandı. Yüzüme şaşkınlıkla
baktı. Anladımı söylediklerimi yoksa, uykudan aniden uyanan insanın şaşkınlığımı yüzündeki, kestiremedim. Gözlerimi kaçırmadan yeniden git dedim. Bu sefer anlamıştı. Emindim anladığına. Düşlerimi geri istiyorum, o yüzden gitmelisin dedim. Konuşmadı, ses vermedi. Hep böyle sessiz… Onun sessizliği daha da çileden çıkarttı beni. Kapımı bir daha gece yarısı çalmamak üzere git…Kalktı yerinden. Ses vermiyordu, neden vermiyordu bilmiyordum. Söyleyecek sözü yoktu belki de. Olmasın da. Kurulmuş tüm cümleleri ben kurdum, o hep dinledi öylece. Kararları o aldı, ben konuştukça. Konuşmak fayda etmedi. Şimdi bir gece yarısı çıkıp gelmişken artık tümceleri kurmakla birlikte kararları da ben alıyordum. Ayakkabısına uzandı. Giyindi yavaşça. Onun ağırlığı da sıkıntı yaratıyordu. Ses etmiyordum, gidecek nasıl olsa diyordum. Kapıya yöneldi. Açtı kapıyı, rüzgâr doldu yine içeriye. Girdiği ağır adımla çıkıp, kapattı kapıyı. Kapının sesi doldurdu rüzgârla birlikte odayı. Derin bir soluk aldım, ışığı kapatıp odaya girdim. Cama yanaşıp son bir kez
ona baktım. Düşlerimi de koynuma alıp, yatağa girdim.’’
Bana en son anlattıkların bunlar olmuştu. Sessizce seni dinlemiştim. Her bir kelimeni
hafızama kazıyor ve anlamaya çalışıyordum. Saklıyordun bir şeyleri. Eksik şeyler vardı
anlattıklarında, yarım kalmış, söylenmeyen bir şeyler. Anlatasın istiyordum, anlat diyemeden.
Sözlerini bitirip, gözlerini açtığında yorgundun. Anlatırken, yaşanmışlığın yorgunluğuydu
bu. Pişman mıydın bilemiyordum. Yapmam gerekeni yaptım diyordun.
Yapman gerekeni yapmıştın, haklıydın belki de; ama ben yinede hikâyenin sonunu merak
ediyordum. Hiç bir zaman bitirme niyetlisi değildin sanki. Susuyor öylece bakıyordun.
Onaylamamı bekliyordun sanırım. Haklısın dememi belki de. Bense haksızlık ettiğin
kanısındaydım. Bunu sana söyleyebilir miydim bilmiyorum. Hakkım belki de cesaretim
yoktu. Ne diyebilirdim ki. Sen doğru olduğuna
inandıktan sonra, bana söyleyecek pek fazla söz kalmıyor, dedim kısık bir sesle.Gülümsedin bana. İnanmamıştın söylediklerime. Haklıydın, bende söylediklerime inanmıyor, seni suçluyordum. Bencillik diyordum; ama yine de ses etmiyordum. Doğru bildiğimi söylemekten
kaçınıyordum. İkili bir kutupta taraf olmak istemiyordum. Nasıl olabilirdim ki. Sevdiğin
iki insanın kopuşunu izliyordum. Biri susarak vermişti kararını, diğeri ise haykırarak. Ne
yana dönsem, ne söylesem hep bir şeyler eksik kalacaktı biliyordum. O yüzden susmayı tercih
Yine aynı gece karanlığı ve aynı gece yarası demiştin suskunluğumuz arasında.
Gecenin yarası sessizliği bıçak gibi iki parçaya bölmüştü. Seni bir köşeye, beni
ise karşına atmıştı. Uzaktım şimdi senden belki de ilk kez. Hissediyordun uzayıp giden
mesafeyi. Umursamıyordun. Kızmıyordum umursamayışına. Kızamıyordum işte.
Suskunluğa mahkûm etmiştin beni. Suskunluğum çaresiz kalışımdan geliyordu.
Değiştiremiyordum sende hiç bir şeyi. Şimdi uzaktan yürüdüğün yola bakıyorum. Gecenin
yarası sende gizli. Anlat diye yalvarırcasına bakıyorum sana, devam edesin diye. Bitmesin
diye hikâyenin sonu… Sonra diyorum. Sonrası yok diyorsun. Olmayacak da.
Emin misin diye soruyorum. Gitti diyorsun Git dedin, biliyorsun. Git dedim, biliyorum.
Pişman mısın diyorum. Susuyorsun…