HEGEMONYA

featured
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

 

Herhalde hegemonya kavramı, geçmiş otuz yılda yeni-liberalleşme ve onun Türkiye’de uygulanışı üzerine kelam etmeyi görev edinmiş muhalif sosyal bilim külliyatında en çok kullanılan ve bu nedenle fazlasıyla kanıksanmış bir sözcük.  Böylesine ele avuca sığmayan, neredeyse her şeyi açıklamaya muktedir sihirli bir sözcüğün, hiçbir nedenselliğe başvurmaksızın tahakküm ilişkilerini açıklamada kullanılması dönemin genel karakterine de – hani zamanın ruhu denilen- uygun aslında. Bu bir türlü modernleşmeyi beceremeden postu deldirmiş fantastik toplumda, hegemonyanın toplumun hücrelerinde dolaşıp uyuşturan bir sinir gazı gibi fantastikleştirilmesi pek de şaşırtıcı gelmemeli. Hegemonik söylemlerin toplumsal ve siyasal yaşamı biçimlendirdiğine ilişkin yaygın bilimsel kanaat, faşizmi açıklama çabası içindeyken dahi yaşanılan sürecin kanıksanmasında hatırı sayılır pay sahibi gibime geliyor.

Marksist düşünür Fredric Jameson’ın vurguladığı gibi içinde bulunduğumuz faşist zamanlarda bizi düşmanın varlığı değil, genel inanış elden ayaktan düşürüyor. Yalnızca bu gidişatın geri döndürülemez olduğunu değil, aynı zamanda tarihsel alternatiflerinin gerçekleşemez olduğunu, başka bir toplumsal-ekonomik sistemin, bırakın pratiğe geçirmeyi, tasavvur dahi edilemeyeceğini dillendiren genel bir inanıştan bahsediyoruz. Bu inanış toplumun derinlerine nüfuz etmişse eğer, hegemonyadan bahsedilebilir.

Bilindiği üzere hegemonya üzerine tefekkür söz konusu olduğunda akla gelen ilk isim Gramsci’dir. Hayatını Musollini faşizminin zindanlarından sonlandırmış bu Marksist düşünürün hegemonya kuramı bizim memleketin sol camiasının elinde acayip ucube bir düşünme biçimine ters yüz edildi. Gramsci maskesi takmış Webercilerin elinde kavram liberalleştirilerek bütün sınıf ilişkileri vurgusundan arındırıldı. Neredeyse her cümlesinde ısrarla vurguladığı toplumsal praksis, salt düşünsel bir pratiğe indirgendi. Yani sistemi ayakta tutan şey, üretim ilişkileri mantığından ziyade, retorik ve söylem düzeyinde ele alındı. Aslında hegemonyanın tanımlanışı memleketin muhalif akademiasında iki temel çarpıtma bir de yok sayma üzerine oturtuluyor gibime geliyor. Birincisi, devletin ekonomik ilişkilerden özerk olduğu türünden liberal varsayım temel alınarak hegemonyanın özellikle faşizm dönemlerinde bu türden bir devlet sayesinde kurulacağı iddia edilir. Devletin toplumun üstünde ve dışında, nevi şahsına münhasır bir özelliğinin olduğu varsayımı liberal bir iddiadır ve bana sorarsanız, bizatihi hegemonyanın ürünü ve sonucu olan bu özerk görünüm başlangıçta peşinen kabul edilir. Bir başka deyişle hegemonyanın sonucu olan devletin toplum nazarındaki görünümü neden olarak ele alınır. İkinci çarpıtma sivil toplumun tanımlanışında gün yüzüne çıkar. Gramsci bir Marksist olarak sivil toplumu üretim ilişkilerinin yeniden üretildiği bütün alanlar olarak ele alırken bizim liberal cenahtan bakan solcular, sivil toplumu, aile, din, eğitim kurumları ve bilimum sivil toplum kuruluşları ile sınırlandırırlar. Bu da çok hayrete şayan bir durum değildir. Çünkü hegemonyayı salt söylemsel bir kurgu, tepeden aydınlar tarafından şekillendirilmiş bir “proje” olarak düşündüğünüzde, bu kurumlar en kullanışlı analiz araçları halini alır.

Bencileyin daha da vahim olanı, hegemonyanın göbeğinde yer alan sınıf çatışmasının yok sayılıp onun zihniyetler, fikirler çatışması ile ikame dilmesidir. Öyle ki dillerinden hegemonya projesi, hegemonik söylem gibi lafları eksik etmeyenler, tarihsel blok gibi sınıf ittifaklarına ve sınıf çatışmasına göndermede bulunan kavramlaştırmaları görmezden gelirler, önemsemezler ya da dostlar alışverişte görsün babından şöyle bir değinip geçerler.

Hegemonya,  kendi ruhunun kilinden büyüyen tanrı gibi düşünsel bir kurgu değildir. O, maddi, elle tutulur iktisadi çıkarların – hem burjuvazi içi hem burjuvazi emekçi sınıflar arası çatışmaların- ördüğü bir ittifaktır ve bu ittifak kurulduğunda sistem kısmi de olsa devamlılığını garantiye almış olur. O nedenle hegemonya söylemsel değil, eylemseldir. Söz gelimi televizyon kullanımı, hegemonya kurmada başat ideoloji yaygınlaştıran bir aygıt olarak ele alınabilir. Ama bir de şöyle düşünelim: Televizyonun, diziler, filmler, kadın ve yarışma programları aracılığıyla verdiği mesajdan çok televizyonun kullanımı, televizyon izleme ediminin kendisidir ideolojik olan. Ricard Sennett, Amerikan orta sınıfı ve işçi sınıfının hayatta kalabilmek için günde iki işte çalıştıktan sonra, kalan boş zamanının neredeyse tamamını televizyon başında geçirdiğini söylüyordu. Cep telefonunu neredeyse yaşamsal uzvu haline getirmiş Türkiye toplumu için, akıllı telefonlar üzerinden sosyal medyada yayılan mesajlardan çok, telefonla yaşamanın vazgeçilmezliği, onun hayatımızın bir parçası olmasıdır hegemonik olan belki de.

Demem o ki faşizmin bir düşünsel kurgu olarak pratiğe dönüşümünün nasıl gerçekleştiği ve bu dönüşümün toplumsal yaşamın derinlerinde nasıl üretildiği sorusunu es geçer liberal hegemonyacılık. Meseleyi bir diktatörlük-özgürlük meselesinin dar sınırları içine hapsedip oyalanmak da hegemonya sahiplerinin tam da istediği şeyi yapıp onun bir parçası olduğumuzu göstermiyor mu? Baskı altında yaşayıp da hemen her şeyi bir liderin diktatörlük emellerine bağlayan insanlar, bu tutumlarının içinde bulundukları düşünselden çok pratik sefaletin bilinçli ya da bilinçsiz haklılaştırılması olduğunun farkında olmayabilirler; ancak, memleketin hainden de anlaşılacağı üzere bu farkında olmama durumu faşist siyasal mekanizma ve siyasetçilerin çıkarlarına hizmet ediyor. Bir başka deyişle muhalif toplumsal kesimlerin eylemde atıl, söylemde cengaver tutumları, egemenlerin ideolojik güdülemesine gerek kalmaksızın, körün istediği bir göz Allah verdi iki göz misali, muhalifleri muktedirlerin kucağına düşürür. Ez cümle, ne ideoloji ne de hegemonya bir zihniyet meselesi değil, çıkar meselesidir ve muhalif geçinen hatırı sayılır güruh da bütün yükü diktatorya söyleminin sırtına yükleyerek hegemonya çarkının değirmenine su taşıyor olabilirler. Bu sudan bir kaçla damla da nasiplenmek üzere…

 

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir