Her gün ve Hiçbir şey -2 / Turan DAL yazdı

featured
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

 

Metin, iş arkadaşlarıyla yine alışılmış bir işe geç kalma tartışması yaşadı. Uzun sürmedi, sustu tüm sözler. Kendisini hazır bekleyen mutfaktaki demlikten çayını aldı, masasına geçti. Bir yandan çayını yudumlayıp poğaçalarını yerken, bir yandan da birkaç köşe yazarının yazılarını okudu. Okumalarını ve kahvaltısını bitirip bir sigara daha yaktı. Sosyal medyada dolanan paylaşımları karıştırdı bir süre. Gözleri bir paylaşıma takıldı. Yine bir başka meslektaşının yaptığı “Vicdanınız varsa bir eğin bakalım, Nusaybin’de neler oluyor?” sözüyle başlayan paylaşıma eğdi yüreğini. Nusaybin o zamanın insan eliyle yaratılan cehennemlerinden biriydi. Her gün, yürekte taşıması zor ölümler yaşanan ve büyüyen sessizlikten bir ilçe idi. Bu ilçe gibi köktaş, acıdaş çok sayıda ilçe vardı. Hatta bazı ilçelerin etinden, yüreğinden, gözünden mahalleler silindi.

 
Paylaşımın devamında ise Nusaybin’in ulaşılamayan köyünden bir genç konuşuyordu ‘’Ölüme alıştık!‘’
Şimdi bizler de buradan, o kendinden emin sözlerimizle karşı çıkıyorduk ‘’Hadi canım! Ölüme alışılır mı hiç?’’ Sonra Nusaybinli genç, bu sözleri yanıtlar gibi konuşmasına devam ediyordu ‘’Sen böyle sessiz kalırsan kardeşim, alışılır alışılır.”

 

 

Ölüme alışılıyor muydu ya da ölüme alışılır mı hiç bilmem; ama şu bir gerçekti ki, bulutlarca gökten sarılmış koca bir sessizlik vardı her yerde. İnsanlar acılarını kemiklerinin arasına iliştirerek büyüyordu.
Bunları düşünürken Metin, birden sigarasının bittiğini fark etti. Biten sigarasının izmaritini küllüğe bıraktı, bir yenisini yaktı.
Ne diyeceğini, nasıl tepki vermesi gerektiğini bilmiyordu. Göğsünü saran tatsız, tuzsuz bir acıya eğip başını sustu.
Solgun bir yazı yazdı sonra.

“GÖĞSÜMDEKİ KIRIK’’

Ağrımaya devam ediyor göğsümdeki kırık,
Elbiselerime koca bir ülkenin karanlık sessizliği sinmiş gibi,
Ayaklarım, kollarım, gövdem birbirinden ayrı parçalar sanki.
İnanıyorum! Uzaklardaki gelecekte, donuk da olsa bir gülümseyiş bekliyor beni.
Ama şu an adına mavi dediğimiz renk, kabuğunu kırmış bir ruhu üflüyor yüzüme.
Oysa benim kabuğum öyle sular aldı ki, deniz dahi kaldıramıyor artık sözlerimin kıyısında birikmiş incinmeleri.
Lafı ağlamaya taşıyacaksak eğer, ağlamak benim kalan en insan yanım..
Kanar bir de içimde bir yerlerde dokunamadıklarım.
Mülteci hüzünler, çöp konteynerlerinin dibinde açan çiçekler, toprak üstünde bekleyen cansız bedenler, derin donduruculara anne dualarıyla serilen ufacık kalpler…
İşte, böyle ketum anlar kayarken ayaklarımın dibinde; tüm çıplaklığı ile bir balıkçı türkü söylerken kirlenmiş bir koyda; tarlalarda gençler, koyunlarındaki teri kuruturken bir öğle vaktinde; sokaklardan sadece harabe haberler taşarken ekranlara; acısını iki kolunun arasından alabildiğine açıp göğe saçacakmış gibi duran kadını unutabilecek gözüm yokken; bir köşeye çekilebildim sadece, çoğul çoğul azalarak

 

Ne dersiniz?
“Git” demesi kolay değil mi, insanın kendine?
‘’Uzağa en uzağa git.’’
Daha bir harlayarak yolları…
Hem kalmak da kolay oysa,
Kalmak da, en az gitmek kadar kolay…
Ama “kal” demesi kolay değil, insanın kendine.
Ah! Bu umutlarımız var ya, bu kadar tatlı durmasalar göz perdelerimizde, kalmayı kaçımız yaşar ki?”
Yazdığı bu yazıyı kendi sosyal medya hesabından paylaştı Metin. Karıncalanan parmaklarıyla sigara paketinden bir sigara daha çıkarıp yaktı.

Yaşananlardan, yaşamın gerçek yüzünden uzak ‘’dala kuş kondu’’ misali yalancı, sahte gülüşlerin fotoğraflarda sırıttığı bir kaç haberi hazırlayıp, yazı işlerine teslim etti. Bitirmişti iş mesaisini. Gazete ise matbaaya basıma gitti, yarın her şeyden habersiz haberleriyle okunmak üzere.

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir