Bir mahalle –köy- muhtarından tutunda, bir belediye başkanına, bir milletvekiline kadar, halkın oylarıyla belli mevkilerde bulunanlar, halktan daha ayrıcalıklı değildirler. Halktan daha üstün değillerdir, olmamalıdırlar.
İlçelerimizde ve illerimizde görev yapan, kaymakamlar, valiler de öyle, o şehirlerde yaşayan halktan daha üstün, daha ayrıcalıklı kişiler değillerdir, sadece ve sadece halkın günlük yaşamını kolaylaştıran, halka hizmet eden memurlardır. Yaptıkları hizmetler karşılığında da maaş alırlar.
Daha yukarılarda bulunan, bakanlar, başbakan ve cumhurbaşkanı da, halka karşı sorumludurlar. Halkın ezilmeden, sömürülmeden, huzur içinde yaşamasını sağlayan memurlardır. Ülke insanlarının; sağlıklı olmasını, güvenli bir iş sahibi olmalarını, barınaklı ve mutlu olmalarını sağlayamayan en azından bunun için çalışmayan; bakanlar, başbakan ve cumhurbaşkanı görevini yapmıyor, yapamıyor demektir.
Eğer bu tür şahıslar, kendilerini halktan daha üstün görüyorlarsa; halktan gizledikleri, halka yalan söyledikleri, halkın (ekonomik- demokratik vb.) haklarını gasp ettikleri bir gerçektir. Bu yapılarıyla bütünün (halkın ) yapısına uygun düşmüyorlar demektir. Halka düşen görev, derhal bu uygunsuzları görevden uzaklaştırmaktır. Önemli olan kişiler değil, halkın bütünüdür. Bu bütün-halk- kendi öneminin farkında olmalıdır. Yaşamda ki, güzelliklerin, mutluluğun anahtarı bütünün elindedir.
Doğa da böyledir. Bazıları, yalnızca ve yalnızca paraya odaklandıklarından doğaya zarar vermektedirler. Doğayı kirletmekte, yaşanmaz hale sokmaktadırlar. Doğaya zarar verenler olmasa, doğa, dereleriyle, ırmaklarıyla, dağlarıyla, denizleriyle çok daha yaşanılır olacaktır. Bu zararlılar doğadan daha üstün değillerdir. Onlar doğanın birer parçası olarak doğaya ihanet edenlerdir. Dışlanmalıdırlar.
Bütün sanat dallarında da durum farklı değildir. Kendini eserin bütününden üstün gören parçalar eserden çıkarılıp atılır. Bunun en iyi örneğini, ünlü Fransız heykel yontucusu Rodin’in çalışmasında görürüz.
“ Rodin uzun çalışmalarından sonra, Honore de Balzac’ın heykelini yeni tamamlamıştı. Balzac’ın üzerinde yenleri geniş bir giysi vardı. Elleri önünde kavuşmuş durumdaydı.
Rodin yorgunluktan bitkin, fakat yengili haliyle birkaç adım geri çekildi, yapıtını hoşnutlukla gözden geçirdi. Karşısında duran bir başyapıttı.
Her sanatçı gibi o da mutluluğunu birileriyle paylaşmak gereksinmesi içindeydi. Sabahın dördü olmasına karşın, heyecanla koşup öğrencilerinden birini uyandırdı.
Büyük sanatçı, gittikçe artan heyecanıyla, önden koşarak, genç adamın, heykeli görür görmez göstereceği tepkiyi kaçırmamak çabası içindeydi.
Öğrencinin gözleri heykeli şöyle bir süzdükten sonra, bakışları yavaş yavaş elleri üzerinde odaklandı.
Öğrenci, bir süre sonra, kendini tutamayarak, “olağanüstü !” diye haykırdı. “Ne elle!…Üstadım, böylesine şaşılası elleri yaşamımda ilk kez görüyorum!”
Rodin’in yüzü karardı. Bir an sonra atelyeden fırladı ve çok geçmeden beraberinde başka bir öğrenci ile çıka geldi.
Bu öğrencinin tepkisi de ötekinin tepkisinden farklı değildi.
Rodin, delikanlının tepkisini merakla izlerken onun bakışları da heykelin elleri üzerine kaydı ve orada takılıp kaldı.
Nihayet öğrenci, saygı ile, “Üstad,” dedi, “ellerin böylesini ancak Tanrı yaratabilir. Yaşıyor bu eller.”
Bu ikinci öğrenciden başka bir izlenim işitmek isteyen Rodin, istediğine erişemeyince, bu kez daha da büyük bir öfke ile atelyeden fırlar; az sonra, gözleri faltaşı gibi açılmış bir halde üçüncü bir öğrenci ile döner gelir.
O da ötekiler gibi aynı hayranlık ve saygı tonuyla, “Eller! Eller!” diye haykırır. “Üstadım, şimdiye dek hiçbir şey yapmamış olsaydınız bile, bu eller sizi ölümsüz kılmaya yeterdi!” diye ilave eder.
Bu sözler üzerine Rodin’in içinde fırtınalar kopar, korkunç bir çığlıkla koşarak atelyenin köşesindeki baltayı kaptığı gibi heykele saldırır.
Dehşet içinde kalan öğrenciler heykeli parçalamasına engel olmak için üstadın üzerine atılırlarsa da, O, öfkeden deliye dönmüş bir insanın insanüstü gücüyle her birini bir yana savurur. Sonra, koşar heykelin yanına, bir vuruşta o olağanüstü elleri paramparça eder.
Sonra, şaşkınlıktan taş kesilmiş öğrencilerine dönerek belermiş gözleriyle haykırır.
“Aptallar! Ben bu elleri, kendi başlarına yaşamaya kalktıkları için parçaladım. Bu halleriyle bütünün yapısına uygun düşmüyorlardı. Şunu hiç aklınızdan çıkarmayın; “hiçbir parça, bütünden daha üstün değildir!” der.” (Paris’te bulunan Balzak heykelinin niçin elsiz olduğu işte bu olguda yatmaktadır)
OHAL’de insanlığa düşen görev bütün zararlılara HAYIR demektir…
Toplumun, doğanın ve sanatın zararlılardan kurtarılması güzel şey be kardeşim…