Beni uykuya sallayacak masallardan kan damlıyor. Eve erken ayak basmalarım erken uyumaya koyulmalarım arttı ama
yatağa uzanıp başımı yastığa her koyuşumda, uykusuzluğuma takılan tüm sorunların daha derinine iniyorum.
“Suçum ne, suçlu benim” demeye kadar vardım. Aslında olması gereken yerde olduğuma inandım.
Daha adaletsiz, daha çok insanların yaşamlarını yitirdiği, hikmetinden sual edilemeyen, edilse dahi bir yara ile geri dönüşü olan, cezasız bir yaşam var artık karşımızda.
Hemen soruyorum kendime.
Sessiz mi kalmalıyız?
Hayır. Sessiz kaldığımızdan geldi tüm bunlar başımıza.
Ohalde daha fazla sessizlik bünyelerimize zarar.
Uyanmalıyım. Hem hepimiz uyanmalıyız. Madem ki özgürlük tek amaç, uğraşlarımızı arttırmalıyız.
Acılar bizleri sindirmeye yetmemeli. Umudumuzu iyice parlatmayışımızdan bu yabancılık, sessizlik, köhne dillere çekilişimiz.
Muhammet ile Furkan kardeşler, uykuda öldürüldüler. En akla gelinmez, en akıl çıldırtan bir şekilde.
Bakın! Nuriye Gülmen ve Semih Özakça onurun, emeğin, hakkın ölümüne yattılar. Bugün aldıkları cevap, işten atanlar tarafından oldukça manidar. Destekleyenlerin saçlarından kavrayıp, analarını/mızı yere sermek bizlere gösterilen hakikat.
Hiç kimse değil, hepimiz suçluyuz!
Yok birimizin birimizden artısı… Küçüğüyle, büyüğüyle, öğretmeniyle, sağlıkçısıyla, fabrikada çalışanıyla, sokaklarda karton toplayanıyla, hardal tanesi kadar emeğiyle hepimiz aynı güzel yarınların yolcusuyuz.
Biraz gözlerimizi cilalayalım. Daha yakınken daha uzaklara akmayalım.
“Yeryüzü aşkın yüzü oluncaya dek” evet “Enseyi karartmayalım”.