Kasım ayı fırsat vermez ki sonbahar doyasıya yaşansın. Rüzgar daha süpürmeden ağaçların acısını, ilk kar düşer gazellerin üstüne. Doğa yasını tutamadan beyaza bürünür dağlar; dumanlı dağlar. Karlı kış gününden sonra olur da rüzgar dağıtırsa başındaki dumanı, Erciyes bir gelin gibi ortaya çıkar.
Yakacakları ve yiyecekleri olduğu için kendilerini mutlu sayan insanların yaşadığı mahallede karlı bir sabaha uyanan sokağın ilk ziyaretçileri; temizlik işçileri, camiye gitmeyi iş edinen emekliler, öğrenciler ve memurların hareketliliği kar altındaki bir canlının ilk kımıldayışını andırır. Kentin sokaklarını kaplayan kar havayı öylesine temizler ki genzi yakan kömür kokusu dağılıp yerini, motorunu ısıtmaya çalışan araçların egzozundan çıkan mazot kokusuna bırakır. Gri yerini beyaza, soğuk ayaza bırakır. Evlerde sobaların yandığı odalara sıkışan hayatlar dışarıda fabrikalara, işyerlerine, okullara sıkışır. Üst üste geçmiş hayatlar, yaşanmaya çalışılır.
Akşam gelen misafirlerle havadan sudan sohbet başlar : “Havalar da çok soğudu. Kış bu sene erken geldi.” Babaannem eski dilde kış aylarını sayarak;“ karakış, zemheri, gücük” üç ay daha var diye sıralar. Bir yandan da sobanın karşısında kaba yün minderin üzerinde oturup eski örgü kazakları sökerek yumak yaptığımız iple yeni kazaklar örerken sanki hayatı tekrarlamanın mutluluğunu yaşar.
Her gece yer yatağımda sobadaki alevin tavana vuran titrek ışığını seyrederek uykuya dalarım. Düşlerimde yeni bir dünyanın kapısını aralarım; Güneşli bir günde, saçlarında bahar rüzgarlarıyla sıcak bir el dokunur yüreğime. Üşüdükçe düşlerime sarılır kalırım.
Sabahları ise sobanın üzerindeki çaydanlıktan damlayan suların cızırdamasından annemin sobayı yaktığını anlarım. Sobada çay yapılır, ekmek ısıtılır, çamaşır kurutulur, soğuk biraz unutulur. Anlayacağınız sobanın hayatımızdaki yeri oldukça fazla. Her zaman sobaya yakın bir yere oturan babaannemin soğukla meselesi bir başka. Romatizmalı dizleri üşüdüğünden herkesin dizi üşür sanır. Dışarıdan gelip yanına oturan -ben, arkadaşlarım veya kuzenlerim- kim olursa, pantolonunun paçasını hafifçe kaldırarak eliyle kontrol eder: “Gadasını aldığım niye içlik giymiyorsun. Dizlerin üşümüyor mu?”diye sorar. Yakın akrabaların çok alışık olduğu, arkadaşlarımın ise ilk başta biraz yadırgadığı bu davranış katıksız bir sevgi ifadesidir.
Aradan yıllar geçti. Hiç içlik giymedim. Giydin mi diye de soran olmadı. Ne zaman soğuk bir havada dizlerim üşüse babaannemin sıcak eli gelir dolaşır paçalarıma. O gün nereye gittiğimi bilemem…