Son senelerde kadın ve çocuk tecavüzleri, kadın cinayetleri, kadının dövülmesinin Kuran’da yeri olduğu, çocuk gelin, çok eşlilik, “Şehitlerin arkasından ağlamayın ses çıkarmayın yoksa cennete gitmez…” gibi gelişmeler ayyuka çıktı. Bunun da din kültüründen kaynaklandığı fazlaca tartışılır oldu. İktidar partisinin başkanı da “din de reform yapılmalıdır” deyiverdi.
Hepimiz okumuşuzdur ya da duymuşuzdur:
Latin düşünür Seneca “İnsan, insan için kutsal nesnedir” dedikten 1500 yıl sonra 1588-1679 yılları arasında yaşamış olan İngiliz düşünür, Hobbes “İnsan, insanın kurdudur” demiş. 1905-1980 yılları arasında yaşamış olan Fransız düşünür, Jean Paul Sarter ise “İnsan, insanın cehennemidir” diyor.
Acaba, dünyaya mal olmuş bu düşünürlerin, böyle düşünmesinde ya da insanlığın bu duruma gelmesinde dinin katkısı var mıdır(!). Diğer bir şey; tarihler boyunca düşünce, bilim ve sanat sık sık yasaklanmasaydı, insanlık cenneti başka yerde arar mıydı, yoksa yaşadığı dünyayı cennete mi çevirirlerdi!?.. Şunu da sormadan geçmeyelim: Din görevlileri ve ülkeleri yönetenler, neden insanları cennet-cehennem ikileminde korkuturlar, neden yaşadıkları ülkeleri ve dünyayı cennete çevirmek için çalışmazlar?
Acaba Hitler, Musolini ve benzerleri insanlığı kana bularken, tanrının kendi yanlarında olduğuna mı inanıyorlardı?
1203 yılında Fransa Toulouse de 9. Grogory tarafından ilk Engizisyon Mahkemesi kurulur. Bu mahkemelerin amacı, dine ve kiliseye hakaret edenleri engellemek ve cezalandırmaktır. Bu anlayış ortaçağ da insanlığı karanlığa gömmüştür. İnsan aklının almayacağı işkenceler kara leke olarak tarihe geçmiş, günümüzde de unutulmamıştır.
Hamza Hatipoğlu, Engizisyon mahkemeleriyle ilgili şu açıklamayı yapıyor:
“… Engizisyon Mahkemeleri, gerek kararlarıyla gerekse dini gücüyle Avrupa’ da uzun yıllar adından bahsettirmiştir. Uzun yıllar insanların korkulu rüyası haline gelmiştir. Engizisyon mahkemelerinin uyguladığı birçok işkence yöntemi mevcuttu. Tabi bu yöntemler arasında en korkutucu olanı ve adından en çok bahsettireni; “BÖĞÜREN BOĞA” yöntemidir. Bu yöntemde suçlu; metalden yapılmış boğanın karnına konuyor ve ateşe tutularak canlı canlı yakılarak öldürülüyordu. Bu yöntemde suçlu bulunan kişi çok büyük acılar çekerek yavaş yavaş bağıra bağıra can vermekteydi. Boğarak öldürme, kırbaçlayarak öldürme, aç ve yırtıcı hayvanların önüne canlı canlı atılarak öldürme gibi aklınıza gelebilecek tüm işkence ve ölüm çeşitleri engizisyon mahkemelerinde uygulanmaktaydı. Canlı canlı testereyle suçluyu ortadan ikiye ayırmakta, Engizisyon mahkemelerinin uyguladıkları yöntemlerden biriydi.”
Bunların tamamı din adına söylenen yalanlar açığa çıkmasın diye yapılmıştır. Bununla da kalınmamış başta tiyatro olmak üzere bütün sanat çalışmaları bin yıl (1000) yasaklanmıştır. Bu da yetmemiş, bütün bilim insanları din düşmanı ilan edilerek acımasız cezalara çarptırılır. Yüzlerce kitap, dergi ve çeşitli yayın organlarında yer alan şu olaylar, hem din, hem bilim, hem de insanlık adına çok acı ve düşündürücüdür. Kopernik isimli bilgin, dünyanın kendi ve güneş etrafından döndüğünü kesinlikle bildiği halde korktuğu için açıkça söyleyememiştir. Bu konudaki kitabı kendisi öldükten sonra yayınlanmıştır. O da 18. yy’da kilisenin yasakladığı kitaplar listesinde yerini almıştır.
Kopernik’i desteklediğini söyleyen, yani dünyanın hem kendi hem de güneşin etrafında döndüğünü doğrulayan Giordano Bruno, Engizisyon mahkemesince yakılarak ölüme mahkûm edilir. Engizisyon tarafından uzun bir süre yargılanan Bruno, Hristiyanlığın ilkesine göre “kan dökülmeden eziyet ile öldürülme” cezasına çarptırılır. Bu kararı Bruno’ya söyleyen yargıç, ondan şu cevabı alır; “Ölümümü ilan ederken siz benden daha fazla ürküyorsunuz.” Kilisenin verdiği bu idam kararı, Campo dei Fiori (Roma) meydanında 17 Şubat 1600’de Bruno’nun diri diri yakılması ile sonuçlanır.
Yine aynı dönemlerde, İtalya’n bilgin Galileo Galilei (1564-1642) de Kopernik’İ doğruladığını, dünyanın kendi ve güneş etrafında döndüğünü anlatan bir eser yazar. Bu yazdığı eserden dolayı Engizisyon Mahkemesince yargılanır. Ondan “fikrini ret ve inkar etmesi” istenir. Bilgin mecburen kendi kendini yalanlamak zorunda kalır. Ancak mahkemeden çıkarken, “yine de dünya dönüyor” demekten kendini alamaz. Bunun sonucunda ölünceye kadar bir eve kapatılır. 78 Yaşında öldüğü zaman Hristiyan mezarlığına gömülmesine izin verilmez. Çünkü o zamanın Avrupa’sında dünyanın döndüğünü söylemek dinsizlik sayılıyordu.
Şimdi bütün dünya insanları, dünyanın hem kendi etrafında hem de güneşin etrafında döndüğünü biliyor ve buna inanıyor. Bu olumsuzlukları anlayan kilise ve Avrupa geç de olsa dinde reform yaptı, hala dinde yeni reformlar yapıyorlar. Dinle siyaseti, dinle bilimi, dinle bilgiyi birbirinden ayırdı. Bu durum Avrupa’nın demokrasi de, özgürlükler de, sanayi de, sanatın her alanında, hukukta-adalette vb. alanlarda hızlı gelişmesini sağladı.
İslam ülkelerinin niçin geri kaldığı sorgulanmalıdır. “Günahtır, gavur icadıdır…” gibi düşünceler nedeniyle; matbaa icat olduktan 200 yıl sonra bu topraklara getirilebilmiştir. Bu durum ülkenin 200 yıl yerinde sayması demektir. Birinci ve ikinci paragraf da söylediklerimizi unutmadan: Dinde reform, hemen yapılmalıdır. Din ve devlet işleri birbirinden ayrılmalı, din siyasetçilerin ağzında sakız gibi çiğnenmemeli. Bilim insanlarına sahip çıkılmalıdır. Mahkemeler dinden ve siyasetten bağımsız çalışmalıdır. Her kişi kendi inancını ve ibadetini kimsenin baskısı altında kalmadan özgürce yapabilmelidir. Her alanda demokrasi ve özgürlükler yaşanır kılınmalıdır. Yoksa ülkenin gelişmesi söz konusu olmayacaktır.
Yakında bir düşünür çıkıp, Jean Paul Sarter’ın “İnsan insanın cehennemidir” sözünün yerine; “Bütün ülkeleri yönetenler cehennemin hazırlayıcılarıdır” diyebilir.
Oysa çocuklarımız için, torunlarımız için, insanlık için, tüm canlılar için ve dünya için yaşadığımız toprakları cennete çevirmeye ihtiyaç var.