Aptallık esasında en temel bilinçsiz varoluş refleksimizdir. Bu durumumuzun bazı psikolojik, sosyolojik ve fizyolojik nedenleri vardır; ego olgusu, taraf algısı, gruplaşma refleksi, hayvani güdülere saplanma eğilimi, açığa çıkma hevesindeki hormonlar ve beynin kapasitesinin çok altındaki sınırlı kullanımı vs. Bu gerçeklikle yüzleşmedikçe, mevcut görünen gerçeklik ne olursa olsun (genel algısal trendlerimiz olarak) doğduğumuz dinin her zaman en makbulü olduğuna, ait olduğumuz milletin en iyisi olduğuna ve tuttuğumuz futbol takımının da ayakta duracak mecali kalmamışsa bile sürekli kazanması gereken olduğuna inanmaya devam ederiz. Bu nedenle bireysel aptallıktan daha kötü olabilecek tek şey; onu ortak aidiyetler içerisinde olunan kitlelerle buluşturan bir örgütlü ilkellik boyutundaki toplumsal aptallıktır. İşte tüm toplumsal çatışmalar, savaşlar, kıyımlar, katliamlar hep böylesi bir koordine aptallık yüzünden başlamıştır.
Aptallık kavramında; bilgisizlik, anlayışsızlık, idrak yoksunluğu ve benzeri sığlaşma anlamları düşünüldüğünde, bireysel anlamda elbette hepimizin farklı boyutlarda aptallaştığımız yönler vardır. Ki zaten bir insanın her konuda ve her anlamda ufkunun açık olması beklenemez. Fakat burada belki de en vahim olanı; her alanda bir çeşit kombo (ful) aptallık mertebesine ulaşılmasıdır. Öyle ki; bu kombo aptallar, saldırganlık ve şiddet boyutunda en aktif görünen canlılar olmalarına karşın bu enerjilerini genellikle birbirlerini yok etmeye harcadıklarından ve aptallık mertebesinde çıtayı düşürenlerle uzun süreli bir rekabete girememelerinden ötürü, genel biyolojik evrim sürecinde olduğu gibi aslında bu çağın sosyolojik yaşam döngüsünün en zayıf halkası olarak doğal seleksiyonun da potansiyel en güçlü kurbanları arasındalardır.
Hangi çağda olursak olalım insani farkındalığın bittiği noktada, toplumsal gazlara güdümlü yaşayarak ötekinin varlığını sınırlayan bir empati özrü ile yaşamak insanın ilkel doğasının her dönem çeşitli versiyonlarla açığa çıkan bir sonucudur. Bu bilinçsel evrime meydan okuyan ilkel benliğimizden ne kadar uzaklaşmak istesek de, o hep bir şekilde zihninizin bir köşesinde varlığını hissettirmeye çalışır. Dolayısıyla en az aptal olanlarımız (ya da öyle görünenlerimiz); sosyal egoizm patlamalarına neden olan ilkel dürtülerimizin, üstün ya da “daha iyi olan” aidiyetimizin bir gereği olarak değil, sadece en yalın haliyle aptallığımızın bir sonucu olarak ortaya çıktığıyla yüzleşebilip, hominidin (ilk insansı primadın) zihni zorlayan ilkel gerçekliğini en çok bastırabilendir.
Bu anlamda doğuştan ya da sonradan edinilen salt kütlesel veya ideolojik herhangi bir aidiyete yoğunlaşarak, hayvani güdülerden en belirgin fark olan insani farkındalıklara erişilmedikçe, birbirlerinin celladına dönüşen insanoğlunun yaşadığı tüm toplumsal trajediler aslında ilkel benliğin aleni katliamlarıdır. Bu nedenle, insanın diğer canlılarla ortak noktası olan doğuştan gelen hayvani güdüleri yerine, kendisini bu canlılardan ayıran düşünsel yetilerini algılayarak, -illa ki bir şeyler yok edilecekse- kendi içerisindeki ilkel benliği katlederek başlamaya çalışması, belki de içinde bir yerlerde keşfedilmeyi bekleyen insanlığın kurtuluşu için bir umut olacaktır. Öte yandan salt doğuştan gelen fiziksel veya düşünsel aidiyetlerine yoğunlaşıldıkça, ilkel insan benliğinin yontulmamış sonucu olan aptal eğilimler nedeniyle bu farkındalığa asla erişilemeyecektir. Oysa insanı diğer canlılardan ayıran ve birazcık çabayla açığa çıkarılması gereken bu en önemli özelliği; “insani farkındalık” son bulduğunda insanlığı infaz edilen insandan geriye kalan sadece çürümek için gün sayan bir kütledir.