IRKÇILIKTAN VE FAŞİZİMDEN NEFRET EDİYORUM!

featured
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Hepimiz biliyoruz ki;

           Bir insan anasından doğar doğmaz, ırkçı/faşist, gerici ideolojik donanımlı şekilde dünyaya gözlerini açmaz.

           Tüm masumiyetiyle her çocuk gibi saf, pırıl pırıl, taptaze bir beyne ve kalbe sahiptir. Bütün kirli, zehirli ideolojilerden azadedir.

           Sonradan onu şekillendiren, içinde bulunduğu politik/sosyolojik koşullardır. Irkçılığın, kötülüğün zehri beyne yavaş yavaş enjekte edilir ve sonra vücudunun tüm yerlerine nüfuz eder yerleşir.

           Adeta, cehaletin örgütlü hali durumuna dönüşmek suretiyle toplumsal/sosyal tehlikeye dönüşür, paramiliter güç olarak kullanılmak üzere bir yerlerde konuşlandırılır/lar.

           Küresel kökleri vardır ve damarları birbirine bağlıdır.

           Peki, ırkçılık bir tercih midir?..

           Yoksa bir hastalık mıdır?

           Hangi açıdan bakarsanız bakın,  neticede iki ucu boklu değnek!

           İlkel ve kaba milliyetçiliğin son aşamasıdır.

           Etnik ve inançsal iktidarlaşmanın ortaya çıkardığı otokratik diktatöryal rejimlerden beslenir, filizlenir, boy verir, sonrada toplumsal öldürücü bir virüse dönüşür.

           Yakıcıdır, tahrip edicidir, kendinden başkasına düşmandır.

           Mesela savaşı kutsarlar, ”barış” sözcüğünden haz duymazlar.

           Mesela her canlıyı öldürmekten, yok etmekten zevk duyarlar, her ne sebeple olursa olsun, insanın, diğer canlıların yaşamasından/ yaşatılmasından haz duymazlar.

           Mesela demokrasi söyleminden, farklı kimliklerden, renklerden nefret ederler, adalet kavramından söz edildiğinde, gözleri korkuyla fal taşı gibi açılır, saldırganlaşırlar.

           Çevrecilerden, adalet savunucularından, kadın örgütlerinden, insan hakları savunucularından müthiş korkarlar.

           Mesela evrensel hukuka ve evrensel haklardan nefret ederler.

           Mültecilerden de nefret ederler.

           Dünya kuruldu kurulalı ırkçılık eksik olmaz, farklı renkleri bir arada bulunduran coğrafyalarda.

           Çok uzağa gitmeyelim. Yakın tarihimizden örneklersek, ırkçı/faşizan ihlallerin haddi hesabı yoktur.

           Ayrıştırıcı, ötekileştirici, nefret dili, ırkçı faşizan refleksi tetikleyen faktörlerin başında gelir. Zaman zaman bireysel, bazen de güruhlar halinde ortaya çıkar,

           Her insanın doğarken kendi etnik ve inançsal kimliğini, teninin rengini seçme şansı yoktur.

           Son bir ayda yaşadığımız ırkçı saldırılar birbirinin iz düşümüdür.

           Kürt fındık işçilerinin Karadeniz’ de karşılaştıkları ırkçı uygulama,  Suriyeli, Afgan ve diğer mültecilerin karşılaştıkları ırkçı saldırılar…

Kiliselere, inanç merkezlerine,  farklı dinsel kimliklere…

Kürtçe konuştuğu için öldürülen baba-oğul, müzik tartışması yüzünden çıktığı( teyide muhtaç çelişkili beyanlar vardır.) söylenen ve sonunda çıkan kavgada Kürt bir çocuğun öldürülmesi olayı ile ilk olmayan ve sonda olmayacak,  ABD’nin Minneapolis kentinde, 25 Mayıs akşamı George Floyd isimli 46 yaşındaki siyahi Amerikalının polis tarafından gözaltına alınırken öldürülmesi…

Bunların tümü birbirinden bağımsız değildir; aynı düşüncenin küresel tezahürüdür.

           Nedeni ne olursa olsun.

Ölen ister Türk, ister Kürt, ister Arap,  ister Ermeni, ister Roman(Çingene); ister resmi, ister sivil; teni ister siyah, ister beyaz, ister kızıl, ister sarı benizli olsun… Bütün  gerekçede, İnsan yaşamının sonlandırılması için çok önemli bir sebep değildir. Ölümleri, saldırıları meşru kılmaz.

Ezan okunurken, bırakın Kürtçe müzik dinlenilmesini, hangi müzik türü olursa olsun; bir insan yaşamının sonlanması için gerekçe olamaz; İnsan yaşamı her şeyden kıymetlidir.

Hele de bu ölen 20′ li yaşlardaysa!!!

Bu yüzden ırkçılıktan ve faşizmden nefret ediyorum!

Bindik bir “ırkçı” alamete, gidiyoz gıyamete.

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir