Her şey çok sıcak daha, fırından yeni çıkmış somun gibi.
Ekranlardan ardı ardına servis edilen son dakika haberleri,
başarısız bir darbe girişimi,
peygamber ocağındaki oğullarının, bir komutanının emrine uymak zorunda kalıp ve bu emri canıyla ödediği haberini alan ‘öldürülmüş asker’ annelerinin içindeki ağrı,
bugün bir haftasını yeni yeni doldurmuş OHAL,
ve gibi gibi gibi..
Yaşanan bu sıcaklığın neresinden tutarsanız tutun, som korku kalıyor insana.
Fetöcülerin yaptıklarına bir baksanıza, ülkeyi nasıl da yıkmaya çalışmışlar.
Her yerde onlar.
Görevden al al bitmiyorlar.
Allahtan ki başaramadılar.
Allah’ın rızası kudreti buna izin vermedi, çok şükür.
Darbe olsaydı şayet, ‘vay ki ne vay’ bu milletin haline!
Bu topraklarda, ifade veya düşünce özgürlüğü namına bir kırıntı dahi kalmazdı, tıkarlardı herkesi içeriye.
Kurala uymayan ve uymayacağını tahmin ettikleri herkesi görevden alırlardı.
Her gün uzak veya yakın yerlerden bir çatışma sesi yükselir semalara, vurulanlar artardı.
Kendilerine karşı olanlar iyice dövülür; sonra ekranlara, tüm millet ibret alsın diye kerelerce çıkartırlardı.
İyi ki olmadı darbe!
Yoksa çok korkardı bu millet.
Ürkek ürkek, yürürdü sokakları.
Kısık kısık, süzerdi gözleri ile etrafı…
Bir rütbeliye, bir ere bakmaktan, hatta ve hatta yoldan geçenin selamını bile başını kaldırıp almaktan, çekinir olurdu.
Beyinlere ‘cop’lar sokulmaya çalışılırdı, durmadan.
Konuşursan, kalkarsan ayağa ya da, bu işin burası olmamış şöylesi daha iyi olurdu dersen, akademisyen, sanatçı, aktivist hatta yazar olsan dahi hiç fark etmez, o ‘cop’ inerdi beynine.
Direnirsen iç zindanlara; direnmez isen dış zindanlara mahkum kalırdın.
İyi ki olmadı darbe!
Olsa neler neler olurdu bir düşünün.
Görse idim bir darbeci, dimdik durur karşısında ‘Nankör’ diye söylenirdim. “Elindeki demokrasiye neden hamd etmeyi bilmedin” derdim.
Nankörlük diz boyu bir çok memlekette.
Tüm çağların geleneksel hastalığı olsa gerek.
Neyse ki, ülkemizin her türlü saldırıya, tek millet, tek devlet, tek bayrak ülküsünü korumaya hazır olan nice nice insanları var.
İlk günden beri de olası yeni bir saldırıya karşın sokakları bir an olsun yalnızlaştırmadılar.
Sağolsunlar.
Aslında burada bitmesi gerekiyordu bu yazı. Ama Adnan Yücel’in bir şiirinden alıntıladığım dizeleri olması gereken sona eklemek istedim.
“Hangi ışıktı o karanlık gecede
Hangi sevgi? hangi gül
Hangi barıştı onca ölümler içinde
Sevgiyse çocuk yüzlü diyorduk
Barışsa sabah sözlü
Patlayıp fışkıran
Leylak yüreği bir şafakla parlayan
Ne açlık? ne zulüm ? ne de kan
Ancak biz kazandığımız zaman”
Siz, hep şiir okuyun.