İYİ Kİ SANAT VAR

featured
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

“Eylülde toparlandı gitti işte, Ekim falan da gider bu gidişle”

 Büyük şair Turgut Uyar’ ın dediği gibi. ekim ayıda gidiyor, sona doğru yavaş yavaş eviriliyoruz.

Zaman da, ne kadar çabuk geçiyor..

Yarım asırlık ömür mücadeleyle, kahırla, kendini tüketerek geçti.

Yarım asırlık dediysek de, bunun on bir puanlık bonusunu da ekliyorum ömrümün içine.

Ömür dediğimiz şey ney ki!

Ömür dediğimiz şey: Göz açıp kapanıncaya kadar ki aralıktır…

İşte, bu aralıkta;

Ne eylüller, ekimler, ne şubatlar, ne martlar, nisanlar…

Ne fırtınalar, ne boranlar gördü şu ömür!

Cam kırıklıkları misali hayal kırıklıkları!..

İyiye de-kötüye de…

Çirkine de, güzele de…

Sevgiye, aşka düşman olana da…

Ana darbelere de,  ara darbeler de…

Yolsuzluklara, hırsızlıklara…

Gözaltılara, tutuklamalara…

Doğaya, kadına, hayvanlara düşman olana tarih önünde tanıklık etti.

Çocuk tacizcilerine…

Emeği sömürenlere…

İktidarlaşarak servetine servet katanlara…

Kendinden farklı dillere, inançlara, kültürlere saldıranlara…

Linç güruhlarına…

Sansürcü zihniyete…

Börtüye, böceğe, rengarenk çiçeğe, gökkuşağına tahammül edemeyenlere…

Adalete, hukuka, demokrasiye, özgürlüklere düşman kesilenlere…

Yoksulluğa, haksızlığa, hukuksuzluğa rağmen hayatından memnun olanlara…

Ne acılara ne hüzünlere , riyakarlıklara, düzene kendini yaslayan sahtekarlara tanıklık etti bu yürek.

Daha dün gibi…

Bütün umutlarımız taptazeydi.

Güzel günleri avuçlayacağımız günler çok yakındı sanki…

En azından öyle zannediyorduk.

Sadece küçücük bir umuttu, bizi yaşatan.

İğneyle kuyu kazar gibi, mutsuzluğun başkentinde mutlu insanlar arıyorduk umutla.

Parkta çocuğuyla, yüzünde tebessüm, mutlulukla gezen bir anne…

Mutluluk içinde grev önlüğü giymiş bir emekçiyi…

Engelleri tek tek aşarken, mutluluğu gözlerinden okunan bir engelli…

Demokrasiyi, laikliği, hukuki, adaleti, çağdaş yaşamı, emeği sahiplenen bir gençlik…

 Hiç bu kadar savrulmamıştık Dante gibi mutsuzluğun ve kötülüğün ortasına…

Dünya eskisi gibi olmayacak, biliyoruz.

Bizimkisi o günlere biraz özlem, biraz umuttur.

Küçük İskender’ in şiirinde dediği gibi:

          “…Özlemek, unutulmak ile hatırlanılmak arasında bir ara istasyondur/ Çığlık çığlığa koşarak bir iki teselli yürür ömürlere/Rakının tadı küflenir çürür bir iki âşık ağlar/Bir iki yalnızın ismi okunur topraktan/ Senden hâlâ bir haber yoktur/ İnsan üzülmeye görsün ona hayat hep suçluluktur…”

Ömrün ortasını çoktan geçtim.

Merak ediyorum.

Bir gün bedenim(iz), kendi içinde biyolojik ömrünü tamamladığında, Mardinli İlyas-ı Habır’ ın İtalya Roma da geçen öyküsü gibi,  mezar taşımıza yaşadığımız günü rakam olarak kaç yazacakladır?

Ne yazıyordu İlyas-ı Habır’ ın mezar taşının üzerinde: “ İlyas-ı habır bitti / Anasından doğru kabre gitti. “ (İtalya Roma’ da mezarlıklarda doğum tarihi ve ölüm tarihi yerine, mutlu olduğu günler yazılıdır. Mezar taşlarında 52 günü geçen olmamış.)

Bizimkisi ise topu topuna çocukluğumuzdan bir bölüm, bir sinema fragmanına sığacak kadar.

Neyse ki sanat var. En azından bununla mutlu olamaya çalışıyoruz.

Sanat uzun ama hayat kısa.

Biraz da uzun yaşamayı, sanata ve sanatçılara borçluyuz.

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir