KARADENİZ UZUNGÖL’ DE YAŞANAN IRKÇI SALDIRIYI KINIYORUM

featured
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Bir şeyler yazmak isterken, bıktırıcı gündelik siyasal gelişmelere girmek istemiyordum aslında.

Sebebine gelince… Geriliyorum, demoralize oluyorum. Zaten bu konularda tonla yazı var gazetelerin hemen hemen tüm köşelerinde; seç, seç, beğen…

Ancak, geçtiğimiz Perşembe günü Uzungöl’ de yaşanan olay bana bu konuda bir iki çift laf söyleme cevap hakkını doğurdu. Ben de bu hakkımı kullanmak istiyorum. Bu konuda bir iki çift laf etmeden rahat edemeyeceğim.

Bu yazıyı kaleme almadan, geçtiğimiz 12 Temmuz Cuma günü, organizasyonu önceden yapılmış, daha önce hiç gitmediğim gidenlerin ballandıra ballandıra anlattığı Doğu Karadeniz turuna eşim ve kuzenlerim ile birlikte katıldım. İlk defa gezip göreceğim yerlere tur rehberimiz karar veriyor. Rehberimizin belirlediği süreler içerisinde ve yine kendisinin belirlediği fiziki mekanları gezip görmeye Samsun’dan başlayıp; Ordu, Giresun, Trabzon, Rize, Artvin, Batum ve daha sonra dönüş yolunda Erzurum, Erzincan, Sivas, Kayseri, Niğde güzergahından Mersin’ e kadar bir çok yeri birebir görme şansına nail oldum. Gerçekten Karadeniz’ in, insanı ürküten kapkara deniz görüntüsünü saymazsak, yeşilin bütün koyu tonlarına hakim olduğu bitki ve ağaç örtüsü, şelaleleri, dereleri, yaylaları ile gerçekten, Akdeniz’ in insanı bunaltan rutubetli/sıcak havasından kaçmak isteyenlerin,  yaz aylarının vazgeçilmez bölgelerinden biridir bana göre. Yalnız, Akdeniz’ in suyunda ve Akdeniz’ in gökyüzündeki  mavisine rastlamak çok ender görülen bir durumdur. Kopkoyu yeşillikler arasında maviyi aramak için bir denize, bir gökyüzüne bakar durursunuz; ama nafile!

Gezimizin 2. ve 3. gününü Trabzon’ un Çaykara ilçesi sınırları içerisinde kalan Uzungöl mahallesinde (Ben Uzungöl köyü diyorum)  geçirdik. Uzungöl gerçekten görülmeye değer bir turistik bölgedir. Gölüyle, bitki ve ağaç örtüsüyle muhteşem görsel bir şölen…  Ancak kapitalizmin babaları, Şef Seattle’ in: “Son ırmak kuruduğunda, son ağaç yok olduğunda, son balık tutulduğunda; beyaz adam paranın yenmeyen bir şey olduğunu anlayacak” uyarısını her zamanki gibi yine dikkate almamışa benziyorlar. Kapitalizmin bu kar hırsı burayı da yakında “Betongöl”e çevireceğe benziyor.

Tabi ki Karadeniz bölgesinin de,  diğer bölgeler gibi siyasal, sosyolojik, kültürel, ideolojik, mutasyona uğradığını geçmiş genel ve yerel seçimlerden de görüyorduk. Aslında bu değişim ve dönüşümü 1980 öncesi Karadeniz ve 1980 sonrası Karadeniz olarak ikiye bölüme ayırabiliriz.

Ancak şimdi yazacaklarım, sadece durumdan vazife çıkartarak kendince kendini “devletin sopası” yerine koyan faşizan ruhlu linç güruhlarınadır.

Hep derim;  Doğa insana bir şey katmalı, insan da doğaya bir şeyler katmalı, diye… Ancak yaşadığımız olaylardan çıkardığım sonuç şu: Doğa insana bir şeyler katıyor da, insanoğlu doğaya bir şey katamıyor!..

Maalesef… Ayrıştırıcı, ötekileştirici dilin bilinçaltındaki oluşturduğu şoven ırkçı dalgalanma, hedef gösterilen materyaller karşısında gösterdiği reaksiyon sebebiyle spontane de olsa bir anda toplumsal linçe  dönüşebiliyor.

Bugün Uzungöl’ de yaşadıklarımız ve öncesi yaşadıklarımız temelinde, izlenen politikaların bir sonucudur.

Benim ayrılmamdan bir gün sonra, Irak Kürdistan Federe Devletinden tatil amaçlı Uzungöl’e gelen 50 kişilik bir turist kafilesinden dokuz kişilik küçük bir grubun boyunlarına taktıkları “Kürdistan” yazılı atkılarla göl kenarında fotoğraf çektirmek istedikleri sırada, bir kişinin faşizan tepkisi ile başlayan, ondan sonra sayıları gittikçe artan kalabalık grubun linç girişimine maruz kaldılar. Bereket çok kötü sonuçlanmadan olaylar yatıştırıldı, ancak halkı provoke eden kişi veya kişilerin adli makamlarca gözaltına alınmaları gerekirken, garip bir şekilde ırkçı faşizan linç girişimine uğrayan grubun gözaltına alınıp, daha sonra sınır dışı edilmeleri ise ilginçti.

Yaz sezonunda, son 15 yıldır mesken bellemiş, “para dolu valizlerle gelip su gibi para akıtan” Katar, Bahreyn, Suudi Arabistan, Kuveyt, Birleşik Arap Emirliklerinden gelen üç aylık turistleri akıttıkları para uğruna “bağırlarına basan”Uzungöl  halkı, Uzungöl’ ün doğal güzelliğini görmeye, insanını ve kültürünü tanımaya gelen, aynı coğrafyada bin yıldır iç içe yaşayan Kürtleri bağrına basamadı!

Irak, İran ve Suriye halkları ile ortak tarih ve toplumsal ilişkilerde birbirleriyle gönül ve göbek bağı olan Türkiye halkları arasında duygusal kırılmaya sebebiyet verecek bu tür olayların bir daha yaşanmaması en büyük dileğimdir.

Ezcümle son diyeceğim… Uzungöldeki olay biz ayrıldıktan bir gün sonra yaşandı. Benim olduğum gün yaşansaydı, bu ırkçı linç provasına karşı “bir Türk olarak”  tepkimi kesin koyardım. Koyardım koymasına da, sonucunda da, ben de temiz bir dayak da yerdim herhâlde!

Toplumsal barışa katkı sunacaksa faşizme karşı bir dalgakıran olacaksa… Varsın dayak yemeye razıyım. 

Radikal demokrasi adına, adalet adına, hukuk adına,  barış adına direnirken, zaten hep dayak yemiyor muyuz?

Ve biliyorum ki, Karadeniz insanı bu değildir.  Geçerken;  Fatsa’ da Terzi Fikri, Hopa’ da Öğretmen Metin Lokumcu ve Kazım Koyuncuyu hatırladım ve çok duygulandım. Özlem ve şükranla anıyorum.

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir