Sene 2002…
Batman’da bir ortaokulda okuyan, oldukça zayıf ve kısa boylu, yanık bir aşığım…
Ceketim omuzlarımda, kravatım yarıda, saçlarım taralı, ev ile okul arasında mekik dokuyorum…
Küçük bir mecnunum ve oldukça aylak…
O dönemler töbe siyaset bilmem, ki hala da birşey bilmişliğim yok…
Ama yaşıtlarımın çoğu çok öncesinde tanışmış siyasetle…
Arkadaşlarımdan kiminin; doğduğu yıl, babasını bir sokak ortasında öldürmüşler…
Arkadaşlarımdan kiminin; abisi veyahut babası, hapiste…
Ve bir arkadaşım da, babasına sıkılan kurşunlardan bir kaçının evlerinin bahçesindeki ağaca isabet etmesi ile açılan yaraları, her gün gözlerinin içine batıra batıra okula geliyor…
Tam da o yıllarda AKP diye bir parti oluşumu vardı, adı sanı bir anda yayılan…
Cemaat tabi büyük destekçisi o dönemler…
Hatta destekten de öte kardeşler…
Eee, seçim olurda Kürt vaatsiz kalır mı…
Kürde büyük vaat ile gelinmişti…
Allah şahittir ki, Kürde her seferinde gelen, ellerinde barış sandığıyla gelmiş ve Kürtler de her seferinde biçare o sandığı açmak için kabul vermiştir…
Sonuç ise malum…
Vaatler tamam…
Cemaat zaten tamam…
Kürtler de bir heves verince, başladı seçim…
Hiçbir Kürt o seçim sabahı ben AKP’ye oy vermedim demesin…
Verdi…
Her iki kişiden, hatta daha garanti olsun diye her 5 kişiden 3’ü oy verdi…
Ve başladı AKP göreve…
‘Kötünün iyisi’ diye verilmişti güzelim taze oylar…
Aslında öyle değil de; çünkü bir Kürt partisi dışında kullanılmış her bir oya verilecek en makul cevap oydu…
HDP’ye verilen oylara “emanet oy” denildiği gibi…
Ümit işte, nerden gelirse gelsin aynı ama adı farklı…
Çünkü yara aynı…
Kanadıkça kanıyor…
İlk dönem rüzgar hafif esti…
Yıkılan bir ev olmadı…
Bir süre sonra, çıraklıktan, kalfalığa ondan da ustalığa girilince gittikçe hızlandı rüzgarın hızı…
Kötüye esti rüzgar ve daha hızlı, daha hızlı esti sonra…
Roboski’de insanlar öldürüldü…
Mecliste bir bakan savunma yaptığını sanarak “onlar kaçakçıydı” dedi…
Bürokrasi bu suçu gizlemeyi başarmış ise de tarih olanı biteni olduğu gibi tarafları ile not aldı…
En büyük bağlar orda, Roboski’deki o iki dağ arasında koptu işte…
Sonra o sert rüzgarın iktidar siyasetine olumsuz yansıyışından, fevri esintide bir süre durulmaya gidildi…
Barış süreci başlatıldı..
Ve yine Allah şahittir ki, o süreç ülkenin en güzel yıllarıydı…
Newrozlarda barış metinleri okundu, okutuldu…
Herşey güzele dönüyor derken, sonra lanet bir Suruç vakası yaşandı…
Ve bütün güzellik, dört köşeli bir masaya atılan tekme ile yıkıldı…
Suruç katliamı, Ankara katliamı, Beşiktaş katliamı ve Kayseri katliamı gibi hiçbir şekilde kabul edilemez vahşetler yaşandı ve arttı…
Çok kötü günler yaşandı, çok…
Tabi hepsini eksiksiz olarak gözler, yürekler ve tarih yazdı…
Hatırlayalım…
Bunların hiçbirinin sorumlusu zaman değildi. Yani sebep kader değil, kişilerdi…
Ve taaa buralara ‘yetmez ama evetler’le, ‘anayasaya aykırı ama evetler’le, ülkeye dost değil düşmanlık edenlerin aldanmışlığı ile gelindi…
Vakit anayasa değişikliğinde şimdi…
Her bir madde meclisten tek tek geçirildi…
Gıkı çıkan çok az vekil oldu…
Vatan bölünmez diyen ve her seçimde bu sözlerinden nemalanan meclis sakinleri ise bu kötü gidişata ağız ve gönül rızası ile “EVET” dedi.
Önümüzde bir referandum gerçeği var artık…
Son sözü “kötünün iyisi” diye oy kullananlar, “emanet oy” diye tabir edilen oy sahipleri söyleyecek…
Yani bu kez ümit konuşacak…
İnanıyorum…
O ümit ortak…
Herşey barış diye, huzur diye ve insanlar ölmesin diye…
Ben ümidimi sürdüreceğim…
Çünkü, sokağa çıkma yasaklarında kızını kaybeden bir anne, kızını derin dondurucuda sakladı…
Bunun gibi bir çok acıyı, hala dün gibi hatırlıyorum…
Bunun için referandum da, ‘HAYIR!’ diyeceğim…
Kararı yine ‘Ümit’ verecek!