Akademiden ihraç edilmiş olmanın yarattığı halet-i ruhiye içerisinde sürekli ağlar bir vaziyette hayatımın hatırı sayılır bir kısmını geçirdiğim ve hayata bakışımı, yaşam algımı büyük oranda şekillendirmiş olan akademiye sallamak okuyucuya baygınlık vermiş olabilir. Ama affınıza sığınarak şunu söylemeden (bir kez daha) geçemeyeceğim. Fransız sosyolog ( büyük ihtimal kendisi de bu kategorileştirmeyi reddederdi) bir mülakatta, “… ait olmadığım bir dünyada yaşadığım için iki şeyi, yani akademik bir aklın ne demek olduğunu –nasıl yaratıldığını- ve aynı zamanda onu elde ederken neyin kaybedildiğini anlamak zorundayım” der. Bu idrak ben de büyük oranda atıldıktan sonra oluştu.
İster öğrenci ister meslekten bilim insanı adayı olarak akademiye girdiğinizde zihin dünyanızı sarmalayan kerameti kendinden menkul teoriler, modeller ve kavram setleriyle karşılaşırsınız. Bu kavramlar içerisinde akıl sır erdiremediğim, yıllarca hem kendime hem öğrencilere anlatmakta zorlandıklarımdan bir tanesi “karizma” ve/veya karizmatik otorite kavramıdır. Mucidi olan Weber tarafından olağanüstü ve tanrı vergisi kişiliğin otoritesi, kişiye duyulan mutlak bağlılık ve güvenme, onun kahramanlığına ya da başka niteliklerine inanmaya dayanan otorite olarak tanımlanır karizma. İnsanlar karizmatik otorite sahibi siyasi kişiliğe gelenek ya da yasalar nedeniyle değil, inandıkları için itaat ederlermiş bu zatı muhtereme göre. Sadece belirli bir dönemdeki iktidar ilişkilerini açıklamak için değil, siyasi/toplumsal gelişimi karizmatik önderler veya fikirler üzerinden açıklamayı dayanak edinmiş belirli bir tarih anlayışının da temel dayanağıdır karizma kavramlaştırması. Bizim memleketteki tarih çalışmalarında çokça görüldüğü üzere siyasi seçkinler ve/veya siyasi akımları referans göstererek siyasi tarihçilik yapmak çokça yaygındır. Bütün bir siyasal değişim bu seçkinci anlayış üzere inşa edilirken geri kalan her şey, gündelik yaşam, ekmek parası kazanma çabaları, sınıf mücadeleleri, düşünen bilincin, seçkinlerin, karizmatik kişiliklerin, düşünce akımlarının yanında itiraf edilemeyen bir şey, tanrının ayak tırnaklarından çıkardığı pislik olarak kalır.
Fakat karizmatik lider, toplumsal otoriterleşme, siyasi krizle taçlanmış iktisadi kriz ve olağanüstü hal dönemlerinde entelektüel piyasa değeri defter değerinden daha kıymetli bir analiz aracı haline gelir. Bugün olduğu gibi ister eleştirel/muhalif ister yandaş olsun her türden siyasi analiz, verili durumun odağına konulan karizmatik siyasi lider üzerinden izah edilmeye çalışılır. Yine bu acayip kavramın yaratılış mantığının gerektirdiği üzere vurgu karizmatik lidere odaklanırken, ona inanan, arkasından giden yığının durumu görmezden gelinir büyük bir pişkinlikle. Oysa karizmatik lider, görünüşte o kararlı, hesap kitap adamı, inançlı tutumunun tersine içinde doğup serpildiği toplumun ve koşulların dayattığı görevi yerine getirmekten öte bir şey yapmaz. Bütün o kendine güveni tam, cesur edasının altında, ortalama zekadan yoksunluğun şekillendirdiği kişiliğiyle o korkudan, iç savaştan ve bu ikisinin mecrasına su taşıdığı yüceltilmiş bir kahramanlıktan beslenir.
Karizmayı tanrısal/doğuştan gelen yeti payesine yükseltmek, tıpkı inanç veya tanrı gibi, inanandan azade bir varlığı ve onun karşısında pasif bir halk/yığın tanımını varsayar. Her türden biçimsel, yüceltmeyi içeriğin önüne geçiren faşizmin vazgeçilmezidir karizmatik otoriter kişilik. Toplumsal huzursuzluğun, bireysel ruhlardaki izdüşümü olan akıldışılığın siyasi iktidardaki biçimsel tecellisidir. Karizmatik kişilik gerçek olmayan ne varsa kendi bünyesinde barındıran hayaletimsi bir bedendir. Korkulan ve aynı zamanda sevilen lider ile ondan korkan ve aynı zamanda seven yığın, ortak olarak işlenmiş suçlarla (yağma, hırsızlık, talan) oluşturulmuş ve bu paylaşılan suç sayesinde bir arada tutulan toplumsal ilişkilerin ( suç toplumunun) iki yüzüdür.
İnsan, kendi varlığında ve toplumsal ilişkiler içinde neyse bilinçte de odur. Bu nedenle kapitalist meta toplumundan bağımsız kendine yeterli kişilik yanılsaması gerçektir. Bu da her hayali olanın kurgusal olmak zorunda olmadığına işaret eder. Bu negatif gerçeklik olumlanarak bir yalan haline getirilir. Yalan ahlaki bir duruş ya da tavır değil toplumsal bir konumlanışın özü haline gelir; tıpkı karizma gibi yalın söze dökülmüş yalandan çok artık bir var olma biçimidir. Nietzsche’nin zayıfların kini dediği şey bu ucube siyasi yaratıklarda karizma maskesi altında vücut bulmuştur. Ağzı bozuk siyaset, her türlü eleştiriyi kendine hakaret sayan alıngan karizmatik siyasi yaratık, tarihini ve hayallerini yitirmiş bir toplum içinde üreten ve üretilen bireylerin – daima tetikte ve gardını almış, doğrudan pratik bir hedef peşinde koşan, söylenen bir sözü ya çıkara dönüştüreceği bir bilgi (tüyo) ya da emir telakki eden, boyun eğme, unutma ve sahte mutluluğu bir arada yaşayan- külli iradesi gibidir.
Gündelik siyasal yaşamı, müdahale alanlarını kişisel denetimi altında tutuyor göründüğü zamanlarda bile karizmatik kişilik, olayların girdabına kendini kaptırmış, pervasızca hareket eden, bu ahlaksız burjuva bireyler güruhunun belki de en zayıf halkasıdır. O, bu yalanlar ve yalancılar dünyasında sadece eşitler arasında birincidir ; ve bir gün bu düzen yıkıldığında yığının ilk kurban edeceği de odur. Meta fetişizminin en pespaye biçiminin yaşandığı kapitalist kriz koşullarında insani ilişkiler de bir kulanım ve değişim değerine sahip meta benzeri bir statüye tabi kılınırken, karizmatik lider bu ilişkinin siyaseten evrensel eşdeğeri olarak zuhur eder. Sakallı amcanın Louis Bonaparte için söylediği gibi ‘ O hiçbir şey olmadığı için her şeydir’: tıpkı para gibi.