KÖRLÜĞÜNÜN KUKLASI İNSAN-II

featured
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Dış denetim odaklı insanlar başlarına gelen her şeyin nedenini tesadüflere, şansa ve kadere bıraktıklarında aslında kendi potansiyel güçlerinden uzaklaşmış olurlar. Suçlu hep kendilerinin dışındadır. O yüzden gelişmek için herhangi bir gereksinim hissetmezler. Oysa ki iç denetimli insanlar ise özgür iradeleriyle yaptıkları seçimlerin sorumluluğunu dışarıda aramaz. Olumlu ve olumsuz yaşantılarının gerçekleşmesinde kendi etkisinin farkındadır ve bunun sorumluluğunu alır. “Evrende hiçbir şey tesadüf değildir.” Bunu anlayabilmemiz için “Rezonans  Kanunu” diğer adıyla  “Çekim Yasası” nın bize söylemek istediklerine kulak kabartmak gerekir.

Kelime anlamı “Eko, yankı, titreşim” olan Rezonans kavramı “Fizikte bir sistemin bazı frekanslarda diğerlerine nazaran daha büyük genliklerde salınması eğilimidir.” Yani birbirine benzer-ilişkili kuvvetler ve bunların toplamda yarattığı etki daha da büyük sonuçların ortaya çıkmasına neden olmaktadır. Bu durumu internette rastladığım şu örnek iyice somutlaştırmaktadır: “Salıncakta çocuğunu sallayan bir baba düşünelim. Eğer baba salıncağı doğru zaman arlıklarında iterse küçük itmeler sonucunda bile çocuk salıncakla oldukça yükselebilir. En büyük noktaya ulaşıldığında artık hafif itmelerle çocuğun sallandığı yükseklik korunmuş olur. Baba eğer gelişigüzel iterse, birbirini söndüren kuvvetler oluşur ve salıncak pek yükselmez. Yanı rezonans oluşmaz.”  Rezonans Kanunu-İsteklerin Yönetimi adlı kitabında Pierre Franckh Rezonans Kanununun, evrendeki her şeyin birbirleriyle titreşimler aracılığı ile nasıl iletişim halinde olduğunu anlamamızı sağladığını ifade eder. Vücudumuzun her bir organı ve hücresi de dahil olmak üzere dünyadaki bütün nesnelerin ve canlıların kendilerine has bir titreşimleri olduğunu vurgular. Buna göre “Benzerler birbirini çeker.” Benzer frekansta titreşen doğadaki her şey karşı koymaksızın birbirine yönelecektir. Peki insan için durum nasıl işlemektedir? Pierre Franckh en yeni bilimsel araştırmaların, duygu, düşünce ve inançlarımız sayesinde “olduğumuzu”, hiçbir şüpheye yer bırakmaksızın ispatladığını somut örneklerle açıklıyor. Buna göre duygularımızla desteklenmiş ve kaydedilmiş inançlarımız muazzam bir rezonans alanı oluşturuyor ve bu rezonans alanındaki titreşimlerle uyum içinde olan dünya üzerindeki her şeyin bu titreşime ayak uydurmak durumunda kaldığını ortaya koyuyor. “Tencere yuvarlanır kapağını bulur.” atasözü bu durumu örneklendirebilir. Yani herkes kendi gerçekliğini yaratıyor. Esther & Jery Hıcks’ in “Çekim Yasası” adlı kitabında “Herhangi bir konuya gösterilen ilgi, onu güçlendirir. Çünkü ilgi konunun titreşimini harekete geçirir ve Çekim Yasası aktive edilen titreşime karşılık verir.” demektedir. Buna göre herhangi bir şeye gösterilen ilgi, onu size yakınlaştıracaktır. Fakat zaman tamponu sayesinde, düşüncelerimiz bir anda gerçeğe dönüşmez, bu yüzden hislerimizle birlikte düşüncelerimizin yönünü değerlendirmek ve negatif bir duygu hissettiğimizi fark ettiğimiz anda düşüncemizin yönünü değiştirmek için bolca fırsatımız olur. Fakat genelde farkındalığımız düşük olduğundan bunu da değerlendiremeyiz. “Onu düşünmek, onu davet etmektir.” Olumlu ya da olumsuz düşündüğümüz her şey o şeye ilgi duyduğumuzu gösterir ki bu da çekim yasasına göre bunun gerçekleşmesine yönelik bir çekimin oluşması anlamına gelir.

İnsan sosyal bir varlık olarak  diğer insanlarla yoğun bir etkileşim halindedir. Bu etkileşimin barındırdığı duygu ve düşünceleri daha çok dil yoluyla alıcıya iletiriz. Bu bağlamda seçtiğimiz kelimelerin karşıdaki varlığa ulaştıracağı enerjinin etkisini çokça etkileyeceği düşünülebilir. Okuduğum enteresan kitaplardan biri olan ve Japon bilim adamı Masaru Emato’nun yazdığı “Suyun Gizli Mesajı” adlı eserde Emato söylenen sözlere, gösterilen görüntülere ve dinletilen müziğe göre suyun bir değişim gösterdiğini birbirinden etkileyici su kristalleri fotoğraflarıyla ortaya koyuyor. Emato yaptığı deneylerde suya klasik müzik dinletildiğinde harikulade kristaller oluştuğunu, heavy metal müziğe maruz bırakılan suda ise parçalanmış ve kötü şekilli kristaller oluştuğunu gözlemlemiş ve bunları fotoğraflamıştır. Kelimelerin etkisi incelendiğinde ise müzikten daha güçlü bir etki yarattığı görülmekteydi. Olumlu kelimelerin titreşimleri dünyamız üzerinde olumlu bir etki yaparken, olumsuz kelimelerin titreşimlerinin yok etme etkisi vardır. Üzerinde “sevgi ve şükran” yazılan bir kağıt parçası şişeye sarıldığında altıgen şekilde bir su kristali oluşmuştur. “Bu kristal olabileceğinin en mükemmelidir. “Seni aptal!” ifadesi yazıldığında aynı kristallerin çok kötü ve dağılmış bir şekle büründüğü gözlenmiştir. O halde vücudumuzun %70’şinin sudan oluştuğu gerçeği düşünüldüğünde etkileşimde bulunduğumuz insanlara söylediğimiz sözcüklerin insanın kimyasında nasıl da büyük bir etki yaratacağını öngörmek mümkündür.

Son olarak bir noktaya daha değinmek isterim. Tıp ve modern bilim bize, kalbin sadece vücudumuzda kanın dolaşımını sağlayan bir pompa olduğunu söyler. Oysa 1993 yılında yapılan bir araştırmada kalbin duygularımızın oluşumundan sorumlu olduğu anlaşılmıştır. Araştırma sürecinde kalbin çok büyük bir enerji alanıyla çevrili olduğu tespit edildi. Burada bahsedilen alanının çapı yaklaşık iki buçuk metredir. Buna göre kalbin elektrik akımının (EKG), beyinde oluşan elektrik akımından (EEG) altmış kez daha kuvvetli olduğu gözlenmiştir. Kalbin manyetik alanı ise beyninkinden beş bin kez daha kuvvetlidir. Kalbimiz tarafından oluşturulan elektromanyetik alan vücudumuzdaki organlarla iletişim halindedir. Hatta beyin ve kalbin arasında bir bağlantının bulunduğu ve bu bağlantıyla kalbin beyne hangi hormonları, endorfini ya da diğer kimyasalları salgılaması gerektiğini bildirdiği kanıtlanabilmiştir. Beynimiz bağımsız hareket etmiyor, aktiviteleri için gerekli sinyalleri kalbimizden alıyor. Hepsi bu kadar da değil! bilim adamları araştırmalarında kalbimizden yayılan bu elektromanyetik alanın sadece duygularımız tarafından oluşturulmadığını ve gücünü derin bir inançla bağlandığımız ve hayatımıza bu doğrultuda yön verdiğimiz düşüncelerimizden aldığını buldular. O halde bir şeye yönelik güçlü bir inanç duymak, ilgi göstermek, duygularımızın merkezi olarak “kalbinin sesini dinlemek” ve bunda tutarlı ve ısrarcı olmak çok büyük bir enerjinin oluşmasını sağlayacak ve çekim yasası çerçevesinde bu enerji çevredeki her şeye yönelik bir etkide bulunacaktır. “Bir şeye olumlu ya da olumsuz ilginizi göstermek enerji vermenin bir yoludur. En zarar verici davranış şekli ilginizi esirgemektir.”

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir