Bu yazı dizisinin temel amacı hayatımızı yönlendiren ama daha çok farkında olmadığımız içsel ve dışsal değişkenler ile ilgili bir içgörü kazandırmaktı. Temel önermelerimizden ilki yaşamımızı farkında olduklarımızdan çok farkında olmadığımız değişkenlerin etkilediği yönündeydi. İkinci önermemiz önemsemediğimiz küçük ayrıntıların yaşamımızda büyük sonuçlara yol açtığı şeklindeydi. Diğer önerme ise yaşamımızın farkında olduklarımız ile olmadıklarımızın bir bileşkesi olarak akmaya devam ettiği yönündeydi. Bu bağlamda ilk yazıda bitirilmemiş işleri hatırlama ve tamamlamaya yönelik bir eğilim ile donatıldığımızı ifade etmiştik. Yanı sıra çözümlenmemiş arka planda kalan duygularımız ile bilinçaltına bastırılan duygu ve düşüncelerin fark edemediğimiz bir biçimde kararlarımızı ve seçimlerimizi yönlendirdiğini vurgulamıştık. Dizinin ikinci yazısında ise rezonans kanunu çerçevesinde ister olumlu, ister olumsuz olsun, bir şeye ilgi duymanın nasıl oluyor da onu kendimize çektiğinden ya da ona doğru çekildiğimizden söz etmiştik. Ayrıca kalbimizin duygularımızın kaynağı olarak ve beynimizden daha güçlü bir enerji potansiyeline sahip olarak bizi nasıl etkilediğini vurgulamıştık. Son olarak seçtiğimiz sözcüklerin bize ve karşıdakinin duygu durumundaki etkisine değinmiştik. Bu farkındalıkları artırdıktan sonra öğrendiğimiz kadarıyla “Ne yapmalı? Nasıl yaşamalı? Neye dikkat etmeli?” sorularına cevap olarak çeşitli önerilerde bulunacağız.
Öncelikle şunu belirtmek isterim ki, arkadaşlarımla yaptığım muhabbetlerden edindiğim izlenime göre, çoğu insanın sorunlar karşısındaki psikolojik sağlamlığını belirleyen etmenlerden en önemli olanı düşünce biçimidir. Özellikle düşünürken zamanı ele alma biçimimizde kurgusal bir hata yaptığımızı söyleyebilirim. Salt geçmişe ya da salt geleceğe yönelik saplantılı düşünme tarzı yüzünden, geçmişimize sürekli enkaz devretmekte ve sonsuz olasılıktaki gelecekle ilgili potansiyellerimizi henüz ortaya çıkmadan öldürmekteyiz. Zamanı tek yönlü yaşamaktayız. Tek yönlü düşünme tarzı küçük çocuklarda görülen bir bilişsel sınırlılıktır ve maalesef çoğu insan bununla maluldür. Oysaki “geçmiş geçmişte kaldı, gelecek ise henüz doğmadı.” İnsanın eylemde bulunabileceği tek zaman dilimi “an” dır. “An” geçmiş ve geleceğin kesiştiği noktadır. “An” a odaklanmak, orada olmak ve tüm duyularımızla, inancımızla ve duygularımızla yoğunlaşarak eylemde bulunmak, daha önce kendi kendimize kapattığımız geleceğe açılan bir çok kapının yeniden aralanması anlamına gelecektir. Albert Einstein’in dediği gibi “Zaman hiç de göründüğü gibi değildir. Sadece bir yöne doğru hareket etmez ve gelecek, geçmişle aynı zamanda mevcuttur.” Bu bağlamda arkadaşlarıma da önerdiğim şey geçmişle boğuşmayı ve gelecekle ilgili hayal ve kaygılarla zaman kaybetmeyi bırakmalarıdır. Bana kalırsa her gün, her an kendimize sormamız gereken soru şudur: “Bugün/şimdi en iyi ne yapabilirim?”. Ertelemeden, ihmal etmeden. Nitekim “erteleme ve ihmal dünyadaki tüm günahların sebebidir.”
Bir diğer husus ise düşünce biçimimizin ve kullandığımız kelimelerin oluşturduğu çekim alanının ve etkinin farkına varmamız gerektiği ile ilgilidir. Çokça yaşam deneyimi sonucunda söylenen “sakınan göze çöp batar” atasözü sanırım yeterince yaşantılarla sınanmıştır. “Zihnimizde hayal ettiklerimiz bizim gerçeğimiz haline gelir.” Çekim Yasasına göre, her zaman tutunduğumuz düşüncelere yanıt vermekteyiz. Dolayısıyla kendi gerçekliğimizi biz yaratırız. Rezonans kanununa göre “İçimizdeki “negatif titreşim enerjisi” olarak adlandırdığımız şey; bizde hoşlanmadığımız, huzursuzluk verici hislerin uyanmasına, hatta belki sarsıcı olayların yaşamımıza çekilmesine sebep olabilir.” Kendimize ya da başkalarına yönelik söylediğimiz kelimelerin taşıdığı enerjinin önemli bir etkide bulunduğunu unutmamak gerekir. Nitekim her kelime benlikte izini bırakacaktır. Bu bizi, seçtiğimiz kelimelerin sorumluluğunu almaya davet eder. Bu konuda sorumluluk almalı ve sınırlı duyularımızdan edindiğimiz bilgilerin ötesine geçebilmek için “kalp gözüyle görmeği” ve “kalbinin sesini duymayı” geliştirmemiz gerekir.
O halde dileklerimizi, mutlu bir ruh hali takınarak, mantık seviyesinden kalp seviyesine taşımalıyız. Düşündüğümüz her şey olumlu ya da olumsuz olsun bir çekim alanı oluşturacağını öğrendik. Bu bağlamda düşüncemizi kontrol etmeye başlamamız gerekiyor. Bu konuda ne kadar tutarlı ve ısrarcı olursak enerji o kadar yoğunlaşacaktır. Hayal kurmak, olumlamalar (imgelem) yapmak beynin, inanmak ise kalbin elektromanyetik dalgalarını harekete geçirir. Yapılan çalışmalara göre kalpten yayılan dalgalar beyne göre beş bin kat daha güçlü olduğunu ortaya koymuştur. Dolayısıyla korku barındıran ve yeterince inanç yüklenmeyen bir hayal kurmamız durumunda hayallerimiz değil korkularımız gerçekleşecektir. O halde olumsuzluklara, sorunlarımıza ve yıkıcı duygulara odaklanmak yerine, sevgiye, ilgiye işbirliğine, dostluğa ve olumlu düşüncelere odaklanmayı seçmemiz gerekir. Bunun için bilinç altımıza yeni düşünceler yüklerken bunlara tüm kalbimizle inanmak bize güç katacaktır. “Bilinçaltınızı yeni bir düşünceyle yüklemek için en uygun zaman, uykuya dalmadan az önceki ve uykudan uyandıktan hemen sonraki zamandır.” Unutmayın “İmkansız, sadece bizim imkansız olduğunu düşündüğümüz şeydir.” Sevgi ve muhabbetle kalın.