“Neden ve Nasıl”, algımızı, aklımızı, bakışımızı yani bizi en çok büyüten, geliştiren, öğreten, öğrettiren iki önemli ve evvelli soru kökü. Çocukluğumuzu kalabalıklaştıran, ergenliğimizi bulanıklaştırıp, gençliğimizde uzun düşünmelere savuran ve sonrası hep yoran, hep yorduran iki minik soru kökü. Halimiz,vaktimiz,yaşımız, başımız ne olursa olsun, yeşerip, kök salan iki parça.
Büyüdükçe birleştirdiğimiz fotoğraflara dönüp bakınca dehşet bir ucuzluğun seyrine dalar gibi anımsarız bazı zamanları ve bu ucuzluktan sahici çıkmanın bizi güldürmeden çok hüzünlendiren ayıp ve utançlı hatıraları. Sahi hali hazırda “Biz şanslıyız” diyen ya da diyebilen bir nesile tanıklık etti mi bu memleket. Arşivleri gözden geçirecek olursak, hayır, mümkün değil.Kısa kısa zamanlara onca acı boca edilmişken, öldürmeye, acı çektirmeye, yok etmeye, imhaya, inkara, görmezden gelmeye, ötekileştirmeye ,yoksullaştırıp, yoksunlaştırmaya her bakımdan gayretli bir yönetme biçimini yıllardır kolaylıkla sindirmişken, bir imhaya tanıklık etmemiş olmak maalesef ki nasipleneceğimiz bir mevzu olmadı henüz. Çirkin kafalara kafa tutmaktan bütünüyle galip gelmediğimiz de aşikardı üstelik…
Yirmi altı yıl önce bugün haber bültenlerinde feci bir katliamı izledik. İmha tekniği “yakmak” olan bir katliam… Henüz ölmemiş bir bedeni yani diriyken yandıran bir katliam. Öncelikle sarsan şey bu vahşi biçim oluyor elbette. Kendinizi yanan kişinin yerine koyuyor, ateşin vücudunuza ilk değdiği anı fotoğraflaştırıp, fotoğraflaştırmaz ürperip, titreyerek vazgeçiyorsunuz bu eylemden. Üstelik haberi her izlediğinizde aynı şeyi yapmakla buluyorsunuz kendinizi. Sonra geçmişinizde yaşadığınız yanıkların size ne kadar çok acı verdiğini hatırlıyorsunuz. Parmağınızın ucunu değdirdiğiniz ateşin ne kadar korkunç olduğunu, elinize yanlışlıkla döktüğünüz kaynar suyu filan ve kim bilir diyorsunuz. Kim bilir ne ızdırap çekildi? Bunu siz sorarken, yakılan Canların anneleri, babaları, çocukları, dostları, yakınları kaç kez içi yana yana bu sorular ve empatilerle baş başa kalıp, bütün dünya ağrısını bir sırtla yüklenmişler, kaç kez boğulup ta bu caniliğe yürek yakmışlardır?
“Neden?”
sorusunu yıllar geçtikçe kısmen anlamaya başlıyorsunuz. Nefretin vücut bulma
hali devam ediyor çünkü.Ülkenin tarih sayfaları devam ediyor, bir imha
unutulmadan diğeri başlıyor, diğeri, diğeri derken algınız korkunç biçimde
nedenler üzerine kafa yoruyor ve korkunç sebeplere bir biçimde ulaşıyor. Oysa
nasıl sorusunu kavramak o kadar kolay değil. Bir insan bir başka insanı nasıl
bu kadar kolay yok eder hem de bu biçimde. Ne aklım ne yüreğim bunu
cevaplandırma kabiliyetine sahip olmadı, olmayacak, olmasın da.Bir babanın,
kızını sırf annesi acı çeksin diye defalarca ateş etmesini anlamadığı gibi,
kocaman bir erkeğin küçücük bir bebeği bir “an” uğruna nasıl hırpaladığını
anlamadığı gibi.Kokusunu sayamadığım,göğsüne bir çentik dahi atamadığım,
kulağımı kapatsam gözüme saplanan gayri meşru çığlıklardan yorgun düşüp, yarını
meçhul inançlara sığınmakta hafifletmiyor derdi üstelik.Auschwitz askerlerinin
utanç itiraflarına denk gelecek bir arınma duyamayacağımızı neredeyse herkes
biliyorken kendi kafamıza örgütlü bir sığınak yapıp, olanı biteni beklemek te
sıkıcıyken hele.
Bütün dünya ya yansın ya soğusun ama aynı anda olsun gidenlerden ziyade kalanlar var çünkü. Kalanlara da kalan bir yarın…