Sovyet devrimi öncesi çarlık Rusya’sının son demlerini yaşadığı senelerde en hararetli tartışma konusunun meleklerin cinsiyetinin olup olmadığı üzerine yürütüldüğü rivayet olunur.Bu söylence, doğruluğu-yanlışlığı bir yana, aslında tam da altüst oluş dönemlerinde yığının kahir ekseriyetinin bir kaçış yolu olarak saçma olanı nasıl rasyonelleştirdiğine delalet ediyor gibi.
Yerel bir gazetede yazmanın en büyük avantajı, tepkileri sıcağı sıcağına, yüz yüze ve hatta bazen ten tene almak olsa gerek ki bu, yazar için muhteşem bir deneyim. Bu satırların yazarına yöneltilen iki önemli eleştiri; daha doğrusu bir tespit, görünüşte zıt kutuplarda duran ama aynı mantığa sahip iki eleştiri öne çıkmış bulunuyor. Okurlarına karşı sorumluluk sahibi bir acemi köşe yazarı olarak, sonraki deneyimlerime ışık tutması adına bu eleştirilere yanıt vermeyi borç bilerek bu satırları karalamaya giriştim naçizane.
Birinci tespit sıklıkla sakallı amcaya atıfta bulunmuş olmamdan kaynaklı olsa gerek, “marksist” olarak tanımlanmam üzerine. Eğer ki Marksizm, herkesin üzerinde hem fikir olduğu genel bir siyasal düşünce akımı anlamında kullanılıyorsa, buna kesinlikle itiraz ederim, zira sıklıkla Marx’ın kendisinin dahi ‘Ben Marksist değilim’ diyerek bu türden bir ideolojileştirmeye karşı çıktığı bilinir. Kastedilen tarihsel/diyalektik maddeci yöntemi elimden geldiğince, dilim döndüğünce kullanmak ise buna bir diyeceğim olamaz. Fazlasıyla kuramsal bir mecraya sürüklenip hem okuyucuyu can sıkıntısına boğmamak, hem de popülerliğimi kaybetme riskine girmemek için – zira entelektüelin en büyük gıdasıdır popülerlik- bu tartışmayı fazla uzatmak niyetinde değilim.
Değil mi ki bir kere marksist olarak payelendirildiniz, arkasından iki büyük eleştiri biraz da kaçınılmaz olarak bu etiketlendirmeyi takip ediyor. Bir marksistin sınıf analizini kerteriz alması ve sanki bir zorunlulukmuş gibi enternasyonalist olması gerektiği varsayımından hareketler neden bu kadar kimlik meselesinde – burada Kürtler kastediliyor- ısrarcıymışım…
Birincisi ben ortada bir kimlik sorunu görmüyorum. İlle de isimlendirmek zorundaysak söz konusu olan özgürlük mücadelesi veren toplumsal bir harekettir. İster HDP olsun ister HDK olsun bu hareketin referans noktası değil,sonucudur. Dilediğiniz kadar Demirtaş’ın aday gösterilmediğini iddia edebilirsiniz, partinin, onca demokrasi söylemine rağmen, eşbaşkan adaylarını belirleme sürecinde demokratik olmadığını da dillendirebilirsiniz, bu serzenişlerde haklı da olabilirsiniz, ama eğer durum böyleyse partiyi var eden yığın eni-sonu bunun hesabını sorar, çünkü HDP benim nazarımda ana akım partiler gibi önce kurulup sonra seçmen tabanını oluşturan türden bir parti değil, HDP bizatihi tabandan kurulan, yığının beklentilerine tercüman olan bir parti tipidir.
İkincisi, bu toplumsal özgürlük hareketi ilericidir. İçinde yaşadığımız mayası tutmamış toplumsal bulamaç hızla muhafazakarlaşıp, gerici-totaliter bir bünyeye bürünürken, Kürtler görmek isteyeni hayrete düşürecek biçimde tersine bir ivmeyle yaşam alanlarında özgürleşmeye gittiler. Bir bütün olarak toplum kör-topal işleyen tepeden inmeci laiklik kazanımlarını kurgulandığı biçimdeki hızıyla kaybederken, Kürtler toplumsal tabanda, inanç özgürlüğü temelinde örgütlenmiş bir laikliği, dini siyasal ve toplumsal bir sorun olmaktan çıkararak ördüler. Kürtler yüzyıllardır sistemin ve düzen partilerinin temel dayanağı olan feodal yapıları, aşiret düzenini, ağalık sistemini yerle yeksan ettiler. Bunu yaparken hem bütün olarak devletle hem de onun yerel payandalarıyla mücadele ederek ve ağır bedeller ödeyerek başardılar. Ama hepsinden önemlisini Kürt kadınları başardı. Muazzam bir ivmeyle, küçük burjuva feminist söyleme taş çıkartacak bir devrimci mücadeleyle kendilerini hem siyasal-toplumsal alanda hem emek alanında küçümsenmeyecek biçimde özgürleştirdiler.
Kürt özgürlük hareketinin sosyalizm gibi derdi yok, bu açık. Ama bir büyük diyalektikçi Vladimir İliç Lenin’in vurguladığı gibi en ağır gerici konjonktürde, özgürlükçü-ilerici mücadele yürüten yegânetoplumsal güç olmasa da dayanakları ve kazanımları en sağlam olanı hasebiyle sosyalistler tarafından desteklenmeyi hak ediyorlar. Bugün HDP/HDK’ye karşı devlet eliyle girişilen operasyon, belediyelere el konulması basit bir siyasal manevra olarak okunamaz. Tarihte eşi benzeri az görülen bu terörün asıl amacı uzun mücadelelerle elde edilmiş kazanımların geri püskürtülmesidir. Belediyelere el konulmasıyla birlikte devlet imamlarıyla, tarikatlarıyla, imam hatip okullarıyla, kuran kurslarıyla hızla eski düzeni tesis etmeye girişti, gerici toplumsal yapıları yeniden siyaseten aktifleştirmeye çabalıyor. Dolayısıyla sorun sadece bir parti sorunu değil, bu özgürlük hareketinin boğulmasıdır. 7 Haziran 2015 akşamı seçim sonuçları belirginleştiğinde, HDP Türkiyelileşecek mi safsataları arasında, aslında Türkiye’nin HDP’lileşmeye başladığı, bu özgürlük mücadelesinin kazanımlarının vahşi batıda da aksı seda bulduğu görülünce düzenin bütün nemalanıcıları el ele verip bu hareketi yok etme kararı aldılar.
Bütün bu çetrefilli, kendi içerisinde açmazlar, çelişkiler taşıyan bir mücadele süreci salt batıdan devşirilmiş ne idüğü belirsiz kimlik politikaları modeli üzerinden anlaşılamaz anlatılamaz, bu minval üzere tartışmak meleklerin cinsiyetini tespit ve teşhis etme çabasına tekabül eder. Meselenin sınıf boyutuna gelince durum daha da karmaşıklaşır. Dilerseniz bunu bir başka yazı havale edelim.