Türkiye’de özelikle de siyasi partilerin işleyişinde yanlış giden bir şeyler var. Lider sultası, parti içi demokrasi bunların başında gelse de, siyasi egoizm göz ardı edilen bir sorun olarak karşımızda durmaktadır.
Siyasi egoizmi, kişisel hırsla yapılan siyaset olarak tanımlayabiliriz. Uygulamada karşımıza, kişilerin kendilerini partilerin üzerinde görmesi, özellikle de bir makama seçildikten sonra partisi ile bağlarını ciddi olarak zayıflatması olarak karşımıza çıkmaktadır. Siyasi egoistliğin sonucu ise, siyasi partilerin kurumsallaşamamasıdır. Vatandaşlara kendilerini anlatmakta zorlanmalarıdır. Çünkü vatandaşların karşısına çıkan kurum değil, farklılıklar gösteren kişilerdir.
İlkeler partiyi ön plana çıkarırken, ego, partiden ziyade kişiyi ön plana çıkarır. Kişisel uygulamalar ise, aynı parti çatısı altında farklı birimlere seçilmişlerin uygulamalarının farklı olmasına ve vatandaşın gözünde siyasi partiye ilişkin bir algı oluşmasına engel olmaktadır. Bu da siyasi partinin hem kurumsallaşmasını zayıflatmakta, hem de başka bir seçim çevresinde seçimin kazanılmasını o parti adına gösterilen adayın kişisel sunumuna bırakmaktadır.
Türkiye’de sağ partilerde de görülen siyasi egoizm, alttakilerin egoları en büyük egoya sahip olan parti genel başkanının egosu altında bastırılabildiği için, seçmene görece az yansımaktadır. Sultan olan parti başkanı neredeyse tek belirleyicidir ve alttakilerin ona koşulsuz uymaları gerekir.
Merkez sol partilerde ise, ideolojik zayıflık ve parti disiplini yeterince işletilemediği içindir ki, siyasi egoizm karşımıza hizipçilik olarak çıkmaktadır. Gruplaşmalar, ideolojik duruşlar üzerinden değil, finansal gücü olan kişiler etrafında oluşmaktadır. Hizipçilik, örgütsel yapıda kişiler üzerinden yaşanmakta, ilkeler üzerinden siyaset yapanlar en iyi ifade ile kenarda kalmaktadırlar. Partilere yeni üyelerin olması, birilerinin üye yapılması biçimine dönüşmektedir; yani naylon üyelik karşımıza çıkmaktadır. Örgüt seçimlerinde, seçim sisteminin de olumsuz katkısı ile, bir grup kazanan, diğeri kaybeden olunca, kaybeden dışarıda durmakta ya da bırakılmaktadır. Böylece, örgütler kendi potansiyellerinin çok çok altında bir insan gücü ile çalışmak durumunda kalmaktadırlar. Seçimlerin sonucu ise, kaçınılmaz olarak çoğu yerde başarısızlık olmaktadır.
Ne yapılmalı?
Sorunun çözümü için benim önerim, üyelik sürecinde naylon üyeliğin önüne geçmek için ilk olarak parti içi eğitimin ve üyelik aidatının zorunlu hale getirilmesi gerekir. İkinci nokta, örgüt içi seçimlerde delege seçimlerinin blok liste ile değil, nisbi temsil sistemine göre yapılmalıdır. Böylece gruplar, örgüt seçimlerinde güçleri oranında temsil olanağına kavuşacaklar; yani dışarıda kalmayacaklardır. Üçüncü çözüm, parti disiplinin ilkesel boyutta işletilmesidir. Seçimlerde aday gösterilmediğinde, parti adayı aleyhine çalışanlar ihraç edilmelidirler. Dördüncü nokta toplumun örgütlü kesimleri ile organik bağ kurulmalıdır.
Şimdilik önereceğim son çözüm ise, siyaset yapmanın büyük maliyet gerektiren bir iş olmaktan çıkarılması yönünde düzenlemelerin yapılmasıdır. Siyaset yapmanın maliyetinin yüksek olması, ve bazılarının bunu bir yatırım olarak görmesi, siyaset yapanların sayısını azaltmakta; hatta bazen niteliği düşürücü sonuçlar dahi doğurabilmektedir. Bunun için, aday olmak isteyenlerin öncelikle partililerle buluşmalarının sağlanması ve kendilerini anlatmalarını sağlayacakları olanakların sunulmasıdır.
Siyasi egoizm, ciddi bir sorun olarak karşımızda durmaktadır. Ülkenin, içinde bulunduğu koşullara gelişinin arkasında yatan nedenlerin başında siyasi egoizmin geldiğini söylemek pek de abartılı olmayacaktır. Sizce?