MUHABBET DERGAHI / KADİR SOĞUKSU YAZDI

featured
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

“Bizim pencereler yele karşıdır
Muhabbet dediğin karşı karşıdır
Girebilsen şu sinemde neler var
Gülüp oynadığım ele karşıdır.”

 
Sözleri büyük ozan Karacaoğlan’ın yazdığı, müziğini Haydar Kutluer’in yaptığı ve ilk olarak Musa Eroğlu’ndan dinlediğim “Candan İleri” adlı bu muhteşem türkünün sözleri üzerine söylenecek pek bir şey yok aslında. Sadece bu dörtlükte bile yansıtılan duygu ve düşüncelerin üzerine kitaplar yazılabilir ve buradan çıkarılan sonuçlar güncelliğini korumaktadır. Ben muhabbet ve maskeler üzerine biraz açıklık getirmek istiyorum.

 
Daha önce muhabbet etme fırsatı bulduğum Sosyolog Yazar sevgili Nurdoğan Arkış’ın bir internet söyleşisinde Doğan Cüceloğlu’ndan aktardığı iletişimle ilgili şu söz çok hoşuma gitmişti: “Camdan cama değil, candan cana iletişim.” Ne kadar da uzak kaldık bu yönde bir iletişimden. İşte Karacaoğlan da “Muhabbet dediğin karşı karşıdır.” derken çok önceden bunu vurgulamıştır. Muhabbet Arapça kökenli bir kelime olarak “sevgi” ve “dostça konuşma, yarenlik” anlamlarını taşır. Doğrudan, sevgiyle, içtenlikle, saygıyla kurulan bu gönül bağı gün geçtikçe dolaylanıyor, yüreklerin arasındaki mesafeler artıyor, sis perdesi yoğunlaşıyor ve engeller çoğalıyor. Önceki kuşakların daha çok başardığı böylesi bir muhabbet tam olarak bir terapi etkisi yaratıyordu. Şimdi ise belirsizlik, kaygı, güvensizlik duyguları baş göstermiş değil mi? Maskelerimiz arttı. Öyle ki başkalarına olan uzaklığın artmasını bıraktık, insan artık kendine bile çok uzak. Başkalarıyla olan muhabbetimize bir de sanal ortam gibi bir duvar daha yükselttik. Dil bir perde, teknoloji bir duvar. “Kelimeler gerçeğin beceriksiz avcıları”na dönüştü artık. Maskeler artıkça muhabbet kalktı, içsel bir konuşmaya ya da monoloğa dönüştü ve her şey sahteleşti. İçimizdeki bunaltıyla Yeni Türkünün seslendirdiği şarkıyı haykırıyoruz çoktandır:
“Tak etti canıma bu maskeli balo
Bu maskeli balo ve onun sahte yüzleri.”
Nedir bu maskenin geçmişi? Toplumsal bir varlık olan insan bu sosyal varoluşunun sonucu olarak da toplumsal standartlara uygun davranma güdüsüyle, olanı değil, olması gerekeni yansıtır. Sahip olduğumuz gerçeklikten o kadar uzaklaşırız ki bazılarımız kendimizi bile tanımaz hale gelebiliriz. Hangisi gerçek ben, hangisi ideal olan ben? Bu durum sosyal ilişkilerimizde güvensizliği de önemli oranda belirlemektedir. “Maske” Fransızca kökenli bir kelime olmakla birlikte, anlamsal olarak değişimler geçirse de hepsinde yüz ile ilgili vurgu yapmaktadır. Yüzü gizlemek, korumak, duygu ve düşünceleri saklamak, aldatmak, kandırmak anlamlarını taşır. Grekçe’de ‘prosopon’, Latince de ‘persona’ şeklinde ifade edilir. Latincede kullanıldığı haliyle Cicero’nun da katkısıyla “karakter” ve “dünyada üstlendiğimiz rol” anlamlarını da yüklenir. Seneca’nın “Kimse maskeyi uzun süre taşıyamaz; sahte olan çabucak kendi doğasına geri döner.” sözü persona kelimesinin “aldatma” ve “kandırma” anlamlarında kullanıldığını gösteriyor.

 
Antik Yunan tiyatrosunda ifade edilen duygular jest ve mimikler yerine oyuncuların ellerinde tuttukları ve gerektiğinde yüzlerine koydukları masklarla belirtilirdi. Özellikle Tanrılarla insanların kavgalarını konu alan tragedyalar yerine siyasi alay içerikli komedyalarda yapılan eleştiriler ve kullanılan argo sözlerden dolayı oyuncular sorumlu tutulmamak ve tanınmamak için büyük masklar kullanırlardı. Tiyatronun simgesi olan gülen ve ağlayan maskeleri bilirsiniz. Rivayete göre gülen maske Demokritos’u ağlayan ise Heraklitos’u simgeler. Demokritos yaşama karşı alaycı ve hafife alan bir yaklaşım sergilerken, Herakleitos ise Nietzsche, Schopenhauer ve Freud’u kötümser fikirleriyle etkileyecek kadar melankolikti.

 
Jung’un Analitik Psikoloji yaklaşımında persona bireyin; toplumun ve geleneklerin beklentilerine yanıt olarak taktığı mecazi maskedir. “Persona dış dünyaya uyum sağlamak için taktığımız toplumsal açıdan kabul edilebilir benlik maskesidir”. Toplumsal rolün karşılığıdır ve sanaldır. Maske kullanmanın amacı diğer insanlar üzerinde belli bir etki bırakmak ve gerçek kişilik özelliklerimizi saklamaktır. Persona, bir tür toplumsal kişilik olarak bizim öznel kişiliğimizle karşıttır. Bu süreç içerisinde kendimize ait bir çok özelliğimizi kaybederiz. Kendi kişiliğimize zaman içerisinde yabancılaşırız. Eğer taktığımız bu maskeyle özdeşleşirsek, o zaman ortaya gerçek duygularından çok oynadığı rolün gerçek kişiliği olduğunu sanan bir kişi çıkar. Kişi artık özgür bir birey olacağı yerde toplumun yonttuğu, sıradan bir figürandan başka bir şey olmayacaktır. Maskesiz yaşam zor gibi görünüyor ancak tümüyle özdeşleşmek yerine, maskenin sakladığı yönlerimizi fark etmek, bu yönlerimizle barışık olmak gerekir. O zaman yabancılaşma riskini en aza indirgeyebiliriz. Önce kendimizle sonra başkalarıyla muhabbet bağıyla çıkacağımız bir yolculuk şart bunun için. Biyo-psiko-sosyal bir varlık olduğumuzu unutmadan, yüzleşerek ve kendimizle barışık olarak muhabbetle alacağımız yol, yüzümüzün maskelerden bir nebze sıyrılıp nefes almasını sağlayacaktır. Bu vesileyle özellikle günümüzde artan bir gereksinim olarak başkalarıyla birlikte var olabilmenin yolları tesis edilmiş olacaktır.
Son olarak, “candan cana”, sevgiyle birlikte olma özlemi ve gereksinimi için lazım olan reçeteyi Mevlana Celaleddin Rumi eşsiz bir şekilde tarif etmiştir:
“Güneş gibi ol şefkatte, merhamette.
Gece gibi ol ayıpları örtmekte.
Akarsu gibi ol keremde, cömertlikte.
Ölü gibi ol öfkede, asabiyette.
Toprak gibi ol tevazuda, mahviyette.
Ya olduğun gibi görün , ya göründüğün gibi ol.”

Yolculuğunuza muhabbetin eşlik etmesi dileği ile.

 

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir