20 gündür Kıbrıs’ın Gazimagusa kazasındayım. Üç buçuk yaşındaki torunum ve eşimle birlikte, havalar elverdiği ölçüde, arada bir çıkıp tarihi yerleri dolaşıyoruz.
İki, üç defa Suriçi denilen bölgeye gittik. Burası gerçekten surlarla çevrili bir yer. Surların çevresi derin kanalla çevrilmiş. Buraya istediğiniz her yerden giremiyorsunuz, bir tarafı denize ve Magosa limanına dayalı, sanıyorum buranın üç girişi var. Suriçi, tarihi zenginlikleriyle ünlü… Bir yanda Ünlü Magosa Kalesi, bir yanda ünlü Othello kalesi, eski kiliseler, eski yapılar, en fazla iki katlı yapılar. Hemen hemen her gün, yerli ve yabancı turist eksik olmuyor. Burada en yüksek yapılar artık dökülmeye yüz tutmuş kiliseler.
Burada tarihi yapıları ilginç kılan, her yapının hikayesinin olması. Örneğin, Othello kalesi: Kıskançlığın insan aklını devre dışı bırakmaya çalıştığı, kıskançlıkla aklın mücadelesini ortaya koyan, kıskançlığın ne berbat bir şey olduğunu anlatan, SHAKESPEARE’in dünyaca ünlü “OTHELLO” eserinin ikinci bölümünün bu kalede geçmesi, adını da o zaman kalenin komutanı olan ve karısını kıskançlık yüzünden öldüren Othello adlı siyahi komutandan almasıdır.
Suriçi’nde en yakın tarih 1870’lerden Namık Kemal zındanı. Daha doğrusu Namık Kemal’in bu zından da yatmış olması. Turistlerin en çok ziyaret ettikleri, fotoğraf çektikleri uğrak yerlerindendir… Diğer tarihi yerlerin hikayesini anlatmaya bu köşe yetmeyeceği için, biraz daha Namık Kemal’den söz etmek istiyorum.
Namık Kemal’in vatan sevgisi ve aşkı anlatan, tanınan eseri “Vatan Yahut Silistre” tiyatro oyunu olarak, 1 Nisan ve 5 Nisan 1873 tarihlerinde İstanbul da Gedik paşa tiyatro salonunda gösterime sunulur. Her iki gösterimden sonra halk sokağa dökülür. Ellerinde meşalelerle, “Yaşasın Vatan”, “Çok yaşa Kemal…” sloganlarıyla yürüyüş yaparlar. Bazı gazeteciler oyunu öven yazılar yazarlar. Saray bu durumdan rahatsız olur. Çok zaman geçmeden 9 Nisan 1873 günü, beş gazeteciyi mahkemeye bile çıkarmadan, gizlice “Mısır” adlı gemiye bindirirler. Neyle suçlandıklarını bilmezler. Gemiye çıktıktan sonra, başlarında bulunan komutan 5 gazetecinin suçlarını açıklar. Gerekçe, “Vatan Yahut Silistre” değildir. Gerekçe, “gazetecilik yapmak ve zararlı yayın bulundurmaktır.” Namık Kemal son kez güverteden limana bakar, görmek istediği şey; daha 4-5 gün önce sokağa dökülen, meşalelerle yürüyen, slogan atan halkın limana gelerek bu adaletsizliğe dur demesidir. Ne yazık ki kimseler yoktur. Gemi hareket eder. Gazetecilerden, Ahmet Mithat ve Ebuzziya Tevfik Rodos adasına bırakılır. Namık Kemal Kıbrıs da Magosa Kalesine bırakılır. Nuri Bey ve Bereketzade İsmail Hakkı da Akka’ya teslim edilir.-İsrail’in kuzeyinde bir ye-
Namık Kemal, Magosa kalesinde, Suriçi denilen yerde bir zindana konur. Daha sonra buranın adı Namık Kemal zındanı olarak kalmıştır. Her taraf taştır, yılanlar, kertenkeleler, karıncalar eksik olmaz. O zamanlar sivrisinek çok olduğu için sayısız kez sıtma hastalığına yakalanır, ateşler içinde kıvranır. Toplamda 38 ay burada kalır. En önemli eserlerini, “Akif Bey, Kara Bela, Zavallı Çocuk, Gülnihal” gibi eserleri de dahil olmak üzere burada 38 ay da,12 eser yazar. Turist rehberi Kıbrıs şivesiyle anlatıyor. “Aha şuracık Namık Kemal Meydanıdır, ilericikte, yakıncıkta Namık Kemal Lisesi vardır, birçok yerimiz Namık Kemal’in adını taşır…” diyor. Turist rehberine, bu konularda az şey bilmediğimi bana öğrettiniz, bilgilendim teşekkür ederim diyerek ayrılırken, 150 yıldır ülkede pek bir şeyin değişmediğini düşündüm. Yine gazeteciler, yazarlar, politikacılar, aydınlar zındandalar. Yine onlar içerde yazmaya devam ediyorlar…