Dost, akraba, konu komşu herkes evlerine dağıldılar. Bir Kenan kaldı, mezarı başında eşinin. Eşi Hatice’yi toprağa verdiği ana dek tek damla gözyaşı dökmemişti. Kendinden dahi gizlemişti acısını, ama o an eşini örten toprağa yağmur taneleri gibi dökülüyordu yaşları. Cenazenin ardından, eve kapattı kendini… Başsağlığı için gelenlere oralı dahi olmadı. Açmadı kapıyı.
Hiç çocukları olmamıştı. Eşi Hatice’nin rahminde üreyen kanser, eve bir çocuk sesi karışmasına mani olmuştu. Uzun süren bir ameliyatla aldırmışlardı rahmini. Bir keresinde evlat edinmek istemişlerdi ama fikrin ötesine geçememişlerdi.
Üç gün evden hiç çıkmadı Kenan. Üçüncü günün sonunda, üstündeki cenaze gününden kalma giysileriyle evin yoğun sessizliğinden yaka paça kurtararak dışarı attı kendini. Işıklar yeni yeni saçılmaya başlamıştı güne. Kapıda paketinden çıkardığı sigarasını ateşledi. Çamura bulanmış talihsiz sokağı yorgun bir ustalıkla adımlayıp sola saptı. Parmakları arasında can çekişen sigarasından küller döküldü yere. Birden yavaşladı. Derin nefesler alıp verdi. Bir sancı yakalamıştı karın boşluğundan. Sağ elini karnına aldı ve yürümeyi kesti. Kızarmaya başlamıştı yüzü. Ağrının nedenini kestiremedi. Kaldırıma çömeldi o an. Sol elinin parmaklarını avuç içine doğru sıkıp açıyordu. Öksürmeyi de denedi birkaç kez. İçine bir damla dahi olsun korku akmamıştı. Kalp krizine yordu ağrıyı. Bir keresinde gazetede okumuştu. ‘Kriz anlarında öksürmeye çalışın’ diye. Birkaç kez daha öksürmeyi denedi. Ufak bir zaman sonra duruldu karın boşluğundaki ağrı, ama kalp boşluğundaki ağrı devam ediyordu. Kalktı çömeldiği kaldırımdan. Soluduğu hava damağını kurutmuştu. Yol üzerindeki çeşmeden biraz su içti. Biraz da avuçlarına doldurup saçlarına sürdü. Havaya kaldırdı başını. Soluduğu havayı bedeninde hissedemiyordu. Birbirine benzeyen sokaklarda kaybolmuş bir çocuk telaşıyla yürümeye devam etti.
Soluklanmadan ceketinin sol cebinden çıkardığı sigara paketinden bir dal sigara daha aldı. Az evvel yaşadığı ağrıyı unutmuş gibiydi. Hayır, hayır hiç yaşamamış gibiydi. Sonunda günlerdir uğramayı kestiği kahvehaneye vardı. Küçük bir bahçesi vardı kahvehanenin. İçinde dört küçük masa ve her masanın etrafında dört küçük tabure… Birine geçip oturdu. Gün gözlerindeki çapakları tamamen dökmemişti daha. Henüz kimsecikler uğramamıştı kahvehaneye. Kahvehanenin sahibi Hacı, temizliğini bitirmişti ama… Hacı, her gün sabah ezanının ardından evinde namazını kılar, ardından kahvehanesine gelir, işe atılırdı. Bir alışkanlık haline dönüştürmüştü bu erkenciliği ve çevikliği… Ona babasından kalmıştı bu kahvehane. Daha önce fırında ekmek yoğururmuş. Bundan on yıl evvel babası vefat edince, onun emeğidir diye sahip çıkmış. O gün bugündür; gece, gündüz, bayram, seyran demeden ayrılmaz dükkândan, iki gözü gibi bakar. Yine, bundan üç yıl evvel oğlunu vermiş toprağa… On üç yaşındaymış oğlu hayattan göçtüğünde. Okuldan çıkarken, arabasıyla sürat yapan bir hovardanın kurbanı olmuş. Oracıkta kan kaybından ölmüş zavallım. Oğul acısı çok ağır çöktü üstüne, büyük bir parça soldu hayattan. Bir ayda o simsiyah saçları, beyazladı dertten. İyice kapattı kendini kahvehaneye, hapishane niyetine…
Kenan’ın oturduğu masaya geldi Hacı ve selamlaştılar. Hacı, “Hoş geldin” diyebildi ancak, başka da bir söz diyemedi. Hemen günün ilk çayını kapıp buyur etti ve içeri çekildi. Kahvehanenin ortasındaki ağaca asılı Şahmaran resmine daldı Kenan. Üç gün evvel yıldızlara uğurladığı eşinin, evlenirken evin salonuna astığı resimdi bu. Evin içinde birkaç kez yeri değişmişti ama hala duruyordu evin duvarında. Bu anı tokat gibi indi gözlerine. Ruhuna doldurduğu yığınla acı ve yorgunluğu kaldıramadı daha fazla ve yere düştü. Durumu fark eden Hacı koşarak yanına vardı. Hastaneye götürebilmek için yerden kaldırmaya yeltendi Kenan’ı ama bedeni de ruhu kadar ağırlaşmıştı, kaldıramadı. Ambulansı aradı ve ambulans gelene dek yanından hiç ayrılmadı.