Büyükler zamanında ne demişse doğru demişler: “Çok gezen tavuk ayağına pislik bulaştırır, ya da çok gezen tavuk ayağında b.k getirir”. Bu atasözünün günümüze uyarlaması şöyle: “Çok gezen insan, ayağında mutlaka corona getirir”.
Bu ata sözünden yola çıkarak ve evin de sert ültimatomuyla karşılaşınca, zorunlu olmadıkça dışarıya çıkmıyor, tekrar yakalanmamak için evde kalmayı yeğliyorum.
Sürekli ev hapsinde, kapalı ev ortamında kalmanın, ruhsal durumum üzerinde yapacağı olumsuz etkilerinden kurtulmak için, evde birtakım aktivitelerle uğraşmak zorunda kalıyorum.
İmece usulü ev işleri de içinde olmak üzere, bir takım aktivitenin yanı sıra; edebiyatın, sanatın fantastik imgeleriyle hayal dünyamla haşır neşir oluyorum, bana ayrılan zaman kısmı diliminde…
Hele ki, Édith Piaf dinlerken, viladayla yerleri silmek, o kadar romantik ki, değmeyin keyfime: “Padam, padam, padam…”
Tabi ki, her ne kadar ülkenin ana gündemi corona olsa da, toplumu derinden etkileyen gündemleri de görmezlikten gel(e)miyorum.
İçimi/zi acıtan, yaşantımızı olumsuz etkileyen siyasal, sosyal, ekonomik gelişmeleri, buna ilişkin hamasi nutukları, hepimiz yaşayarak duyuyoruz, görüyoruz.
Gelin görün ki, Dünyanın birçok ülkesinde tek sorun, sadece pandemi! Bu ülkeler, eforunu, enerjisini tamamen bu salgından kurtulma üzerine harcıyor.
Biz de öyle mi?.. Tabi ki de hayır.
Yılların birikimi olan ve her yıl tekrarlanan, kabus gibi üzerime yapışan, demokrasi, emek güçlerine ihale edilen demokrasi, emek, çevre, adalet ve toplumsal barış mücadelesi ile cebelleşirken, üzerine bir de coronovirüs mücadelesi tuz biber oldu.
Ülkeyi yönetenler, pandemi ile mücadele ederken(!), gitgide düşen alım gücü, bozulan ekonomi, kaybolan adalet duygusu ve toplumsal barışın yeniden tesisi için bir arayış içerisinde olmaları gerekiyor, Oysa, tam aksine, demokratik yapıların ilgası, muhalif siyaset/sanat/basın üzerine yoğunlaşan baskı ve saldırılar ve buna uygun ısrarla kullanılan çatışmacı, ayrıştırıcı dil ile başarısızlıklarını gölgeleyeceklerini zannediyorlar.
Neyse… çok fazla bu konulara girmenin bir faydası da olmuyor.
İNSANI YAŞATAN HAYALLERİ VE UMUTLARIDIR
Yukarıda ne demiştim.
Ben şahsen bir takım aktivitelerin yanı sıra, edebiyatın, sanatın fantastik imgeleriyle haşır neşir oluyorum.
Doğası gereği kendini aşmaya zorlanan, edebiyatın, sanatın fantastik imgeleriyle beslenen hayal gücümü kullanıyorum; Bol bol kitap, bol bol müzik, bol bol film…
İzlemediyseniz, size, netflix de yayınlanan iki dizi film önerim olacak.
YETİMHANEDEN DÜNYA STARLIĞINA UZANAN BAŞARI VE DRAM DOLU BİR YAŞAMIN ÖYKÜSÜ
İlki: Başrollerinde Anya Taylor-Joy,Bill Camp,Marielle Heller’ in olduğu, 1950’lerde, bir yetimhanede yaşayan küçük bir kızın müthiş satranç yeteneğinin ortaya çıkması ile başlayan ve dünya starlığına kadar uzanan Elizabeth Harmon’ ın dram ve başarılarla dolu yaşam öyküsü…
Dizinin adı: “The Queen’s Gambit”
Bu diziyi de diğeri gibi arka arkaya bir solukta izledim. İzlerken, neden satranç öğrenmedim diye kendi kendime küçük bir eleştiri yöneltmedim değil… Ama, çocukluğumuzun ve gençliğimizin geçtiği ilçemde, birkaç kişinin dışında, ne çok satranç oynayan, ne de bir satranç kulübü vardı.
İkincisi de: Her yaş gurubunun izleyebileceği ve içimizi ısıtan, duygulandıran, başrollerini Amybeth McNulty Geraldine James R. H. Thomson Lucas Jade Zumann Dalila Bela Corrine Koslo Jacob Bruce Ursomarzo’ ın oynadığı ve 1890’ larda Kanada da geçen; tüm zorluklara ve sayısız engellere rağmen sevilmek, benimsenmek ve dünyadaki yerini kabul ettirmek için mücadele eden bir kızın, Enne’ nin çocukluktan yetişkinliğe geçiş öyküsünü anlatan, üç sezonluk “Anne With An E dizisi”
Gerçek mutluluk, başarı, arkadaşlık arayanların şiddetle izlemesi gereken iki dizi…
Mafyanın, silahın, paranın, çeteleşmeyi, feodal yaşamı, ölmeyi, öldürmeyi topluma özendiren bu tür dizi /sinema filmlerden uzaklaşmak için, işte size neden…
Ne olduğu belli bu tür yapımlar yerine, bir nebzede olsa sizi bu olumsuz, içimizi karartan, kendi imgelerimizden uzaklaştıran; gerçek mutluluğun, samimiyetin, dostluğun, yardımlaşmanın, dürüstlüğün, bilginin, sevginin tam ortasına bırakıyor sizi.
İzlerken; ne kadar sevgiden, mutluluktan, dayanışmadan, bilimden, sanattan, başarıdan uzaklaştığımızı; aksine katılaştığımızı, kutuplaştığımızı,hoşgörüsüzleştiğimizi, hiçsizleştirildiğimizi, çürüdüğümüzü fark ettim.
Yazımı bitirirken, Ahmet Arif gibi değerli şairlerimizden olan Nazım Hikmet’ in doğumunun 119.günü. Büyük şairi saygı ve özlemle anıyorum.
Sevginin, barışın, dostluğun, paylaşmanın olduğu mutlu ve sağlıklı günlerde buluşmak dileğiyle iyi hafta sonları.
NOT: Geçte olsa, bana “Anne With An E” dizisini öneren arkadaşım Meral Şengül’ e çok çok teşekkür ediyorum.